EYLÜL-EKİM 2025 / GÜNDEM

Saltanattan Cumhuriyete: Egemenliğin halkla buluşması


Doç. Dr. Okan CEYLAN - Doç. Dr. Suna ALTAN    

03.12.2025 


19.yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti, siyasi, askeri ve ekonomik açıdan büyük bir çözülme sürecine girmişti. Tanzimat ve Islahat Fermanları gibi reform girişimleri bu çöküşü durdurmaya yetmedi. 1876’da II. Abdülhamid döneminde ilan edilen I. Meşrutiyet ve 1908’de yeniden yürürlüğe giren II. Meşrutiyet, halkın yönetime katılımını bir ölçüde artırdı. Ancak Osmanlı toplumu hâlâ padişah merkezli, mutlakiyetçi bir yapıya sahipti. 20. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti ciddi bir çöküş sürecine girdi. “Hasta Adam” olarak anılan imparatorluk, Avrupa’daki büyük güçler arasında paylaşılmak isteniyordu. Bu ortamda Osmanlı, varlığını sürdürebilmek için 1914 yılında Almanya’nın yanında I. Dünya Savaşı’na katıldı. Ancak bu karar, imparatorluğun sonunu getiren sürecin başlangıcı oldu. Savaş boyunca birçok cephede mücadele edilse de ağır bir yenilgi kaçınılmazdı. Milyonlarca insan hayatını kaybetti, ekonomi çöktü, ordu yıprandı, Anadolu halkı büyük yoksulluk yaşadı.

Osmanlı Devleti için savaş, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile resmen sona erdi. Bu antlaşma, fiilen Osmanlının teslim oluşuydu ve ülkenin işgal edilmesinin önünü açtı. Kısa süre içinde İtilaf Devletleri Anadolu’nun dört bir yanında işgallere başladı. Mondros’un ardından İstanbul’daki Osmanlı yönetimi, işgallere karşı halkın tepkisini bastırmaya çalıştı. Ancak Anadolu’da halk örgütlenmeye, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurmaya başladı. İşgaller karşısında sessiz kalan saray ve hükümet, Anadolu’daki direnişi kontrol altına almak amacıyla Mustafa Kemal’i 9. Ordu Müfettişi olarak görevlendirdi. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, artık milletin kendi kaderini eline alacağı bir süreci başlatmıştı. Bu tarih, Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolun ilk adımı kabul edilir. 1919’da Samsun’da başlayan Millî Mücadele, halkın kendi kaderini tayin etme iradesini ortaya koyduğu bir direniş süreciydi. Erzurum (Temmuz) ve Sivas (Eylül) Kongrelerinde, milletin geleceğini yine milletin belirleyeceği ilkesi karara bağlandı. Bu kongrelerde manda ve himaye reddedilerek bağımsızlık hedefi netleştirildi. “Millî İrade” vurgusu burada şekillenmeye başladı. 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla, halkın iradesine dayalı yeni bir yönetim anlayışı kurumsallaşma sürecine girdi.  Saltanatın yetkileri fiilen sona erdi, ancak resmen kaldırılması 1 Kasım 1922’yi buldu. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye’nin uluslararası alanda tanınan sınırları ve egemenliği kabul edildi. Artık yeni bir devletin temelleri atılmıştı. Fakat bu devletin rejimi henüz netleşmemişti.
 
29 Ekim 1923’te, Mustafa Kemal Atatürk’ün önerisiyle Meclis’te yapılan anayasa değişikliği ile “Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyet’tir.” ifadesi anayasaya eklendi. Aynı gün Mustafa Kemal Atatürk, oy birliğiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçildi. Mustafa Kemal Atatürk, “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.” diyerek yalnızca bir ilkeyi dile getirmemiş, aynı zamanda yeni bir çağın kapılarını aralamıştır. Bu ilke, 1921 ve 1924 Anayasalarında da açıkça yer alarak Türk milletinin kendi iradesini esas alan yönetim anlayışını pekiştirmiştir. Egemenliğin millete ait olduğu düşüncesi, köklerini Fransız Devrimi sonrasında Fransa’daki cumhuriyet deneyimlerinden alan bir miras niteliği taşımaktadır. Ancak Atatürk, bu ilkeyi Türk milletinin tarihsel ve toplumsal yapısına uyarlayarak, bağımsızlık mücadelesinin en önemli dayanağı hâline getirmiştir.

Haber Görseli

O gün ilan edilen Cumhuriyet; kadınların, gençlerin, işçilerin, köylülerin yani bu topraklarda yaşayan herkesin hikâyeye ortak olduğu bir milattı. Bu milat, yalnızca bir yönetim değişikliği değil, köklü bir zihniyet dönüşümünün ifadesiydi.
Saltanatın gölgesinde, halkın söz hakkının olmadığı bir düzenden bireyin değer gördüğü, halkın yönetime katıldığı çağdaş bir yapıya geçişti.
 
Cumhuriyet, yalnızca bir rejim veya yönetim şekli değil aynı zamanda bir aydınlanma projesidir. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olması; yüzyıllar boyunca hanedanlara, sultanlara ya da belli zümrelere ait olan yönetim hakkının doğrudan halka devredilmesidir. Halk artık sadece yönetilen değil yönetime katılan, söz sahibi olan bir irade hâline gelmiştir. Bu, demokrasinin temelidir ve Cumhuriyet’in ruhunu oluşturur.
 
Cumhuriyet’in temelinde akıl ve bilim vardır. Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” sözü, bu çağdaşlaşma anlayışının özüdür. Cumhuriyet aynı zamanda bağımsızlığın kurumsallaşmış hâlidir. “Manda ve himaye kabul edilemez.” ilkesiyle şekillenen bu anlayış; siyasi, ekonomik, kültürel ve düşünsel anlamda özgürlüğü hedefler. 
 
Cumhuriyet; hurafeye değil bilgiye, ezbere değil düşünceye, itaate değil eleştiriye dayanır. Bu anlayış, Cumhuriyet’in toplumu her yönüyle dönüştürmeyi hedefleyen köklü bir aydınlanma hareketi olduğunu da ortaya koyar. Halkın eğitimle, sanatla ve bilimle buluşması Cumhuriyet’in temel hedeflerindendir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınması, eğitim ve hukuk önünde eşitlik gibi devrimler, bireyin yalnızca bir tebaanın parçası değil; hak sahibi bir yurttaş olarak kabul edilmesiyle mümkün olmuştur. Bu yönüyle Cumhuriyet, insan haklarına dayanan modern bir toplumun temelidir.
 
29 Ekim, sadece bir tarih değil bir milletin kaderini değiştiren büyük bir zihniyet devrimidir.
 
Kaynaklar
Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
Suna Kili, Türk Devrim Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara.
İlber Ortaylı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Kronik Yayınları, İstanbul.
Erık Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Doç. Dr. Okan Ceyla n Doç. Dr. Suna Altan