KASIM-ARALIK 2023 / GÜNDEM
Prof. Dr. Erpul: "Ülkemizdeki toprak erozyonu büyük bir endişe kaynağı"
Her yıl 5 Aralık tarihi Dünya Toprak Günü olarak kutlanıyor ve toprak konusunda farkındalık oluşturmak için çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Yaşamın kaynağı olan toprağın önemi; yaşanan doğal afetler, gıda krizleri, iklim krizinin getirdiği olumsuzluklarla kendini her geçen gün daha çok ortaya koyuyor. Ülkemiz de yeterli önlemler alınmadığı takdirde verimli topraklarını su ve rüzgâr erozyonu ile kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Bu önemli günde toprağın önemi, toprak kaybının nasıl önleneceği ve bu konuda yapılan faaliyetlerle ilgili görüşlerini almak üzere Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü Toprak Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Günay Erpul ile bir araya geldik.
5 Aralık Dünya Toprak Günü kapsamında toprağın önemi ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Dünya Toprak Günü, her yıl 5 Aralık tarihinde, toprağın yaşamın temel kaynağı olarak kabul edilmesini vurgulayan ve bu değerli kaynağın sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesine dikkat çeken önemli bir gün. Bu yılki Dünya Toprak Günü kampanyası, sürdürülebilir ve dirençli tarım gıda sistemlerine ulaşmayı başarmak için toprak ve su arasındaki önemi vurgulamayı amaçlıyor. Türkiye gibi kurak ve yarı kurak iklimlere sahip ülkelerde, bugünün anlamı daha da büyük bir öneme sahip. Bu özel günde toprağın önemi üzerine konuşurken, sadece tarım alanında değil, aynı zamanda su kaynakları, ekosistemler ve iklim düzenlemesi bağlamında toprağın taşıdığı hayati rolü vurgulamak önemli. Toprak, su tutma kapasitesiyle erozyonu azaltabilir, tarım verimliliğini artırabilir ve biyoçeşitliliği destekleyebilir.
Topraklarımız, dünya genelinde karşılaşılan küresel, kolektif ve acil bir sorunla karşı karşıya: toprak ve suyun kritik dengeyi koruma zorluğu. Tarım, su kaynakları ve ekosistemlerimizin sürdürülebilirliği için hayati öneme sahip olan bu denge, iklim değişikliği, aşırı kullanım ve çevresel baskılar nedeniyle ciddi bir tehdit altında. Bu nedenle, uluslararası arenada toprak ve su koruma konularına acilen öncelik vermemiz, stratejik çözümler üretmemiz ve eyleme geçmemiz gerekiyor. Bu hem mevcut nesillerin hem de gelecek kuşakların sağlıklı çevre ve sürdürülebilir geleceği için elzem bir adım.
TOPRAK VE SU DENGESİ KRİTİK ÖNEME SAHİP
Erozyon doğal dengeyi bozar, suyun sızmasını ve tüm yaşam formları için ulaşılabilirliği azaltır. Azaltılmış toprak işleme, ürün münavebesi, organik madde eklenmesi ve örtü bitkileri gibi sürdürülebilir toprak yönetimi uygulamaları, toprak sağlığını iyileştirir, erozyonu ve kirliliği azaltır, su geçirgenliği ve depolanmasını artırır. Bu uygulamalar aynı zamanda toprak biyoçeşitliliğini korur, verimliliği artırır ve karbon tutma konusunda önemli bir rol oynayarak iklim değişikliğiyle mücadelede kritik bir katkı sağlar.
Türkiye’de Dünya Toprak Günü, sadece toprak kaynaklarımızın varlığını kutlamakla kalmayacak, aynı zamanda vatandaşlarımızı toprak sağlığını iyileştirme uygulamalarına dâhil etmek için benzersiz bir etkinlik olacak. Bu özel günde toprakla ilgili farkındalık oluşturmak, sadece bireylerin değil, aynı zamanda kurumların ve hükümetlerin de sorumluluk almasını gerektiriyor. Toprak kaynaklarını korumak için daha etkili politikaların oluşturulması, çiftçilere destek verilmesi ve sürdürülebilir tarım uygulamalarının teşvik edilmesi, Dünya Toprak Günü'nün amacına daha da yaklaşmamıza yardımcı olacaktır.
Haber Görseli
Prof. Dr. Günay ERPUL Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü Toprak Anabilim Dalı Başkanı
Başta erozyon olmak üzere çeşitli sebeplerle dünyada ve ülkemizde toprak kayıpları yaşanıyor. Ülkemizdeki toprak kayıplarının miktarı hakkında bilgi verir misiniz?
Türkiye'de yılda su erozyonu sonucu yer değiştiren toplam toprak miktarı 642 milyon ton olarak kaydediliyor. Yıllık birim alandan toprak kaybı ise hektarda yaklaşık olarak 8 ton civarında. Orman arazilerindeki yıllık erozyon miktarı hektar başına 1,23 ton civarında iken bu oran tarım arazilerinde 8,36 ton. Mera arazilerinde ise hektarda 18,6 milyon ton toprak kaybı meydana geliyor. Genel olarak, tarım ve mera arazileri kıyaslandığında, aynı eğim sınıfındaki alanlarda tarımda daha fazla erozyon gözlemleniyor. Özellikle dik eğime sahip orman ve mera arazilerinin tarıma açılması, erozyonu artıran bir faktör olarak öne çıkıyor.
Türkiye'de rüzgâr erozyonu, genellikle bitki örtüsünün yetersiz olduğu, eğimin yüzde 6'nın altında olduğu düz ve düze yakın geniş arazilerde, gevşek yapıdaki kuru, kum ve silt oranı yüksek topraklarda, doğal tuzlu alanlarda, kurutulmuş sulak alanlarda (eski göl tabanları, akarsu ve deniz kıyısı ovaları) ve bazı nemli bölgelerde (özellikle yağışların yıl içinde düzensiz ve yağışsız dönemde çok kuru geçtiği bölgelerde) meydana geliyor. Türkiye genelinde rüzgâr erozyonu tehlikesi dünyanın birçok bölgesinde olduğu kadar yaygın olmasa da bu erozyonun neden olduğu sorunlar coğrafi bölgelere göre farklılık gösteriyor ve bazen ciddi sorunlara yol açıyor. Rüzgâr erozyonuna duyarlı alanların dağılımına bakıldığında, erozyon tehlikesinin özellikle Orta Anadolu Bölgesi'ni etkilediği gözlemlenmekte. Konya ili, rüzgâr erozyonunun başlıca arazi bozulması problemi olduğu yer. Ülke genelinde 465,913 hektarlık bir alanı etkileyen erozyon tehlikesinin yüzde 69,22'si (322,474 hektar), bu il sınırları içinde gerçekleşiyor.
Toprak kayıpları ile ilgili yeterli bilinç var mı? Özellikle toprakla uğraşan çiftçiler toprağı korumak için neler yapmalı?
Türkiye'deki toprak erozyonunu etkileyen temel unsurlar iklim, toprak, topografya ve bitki örtüsü arasındaki karmaşık etkileşimlerdir. Kuraklık ve yüksek eğim gibi faktörler, erozyon tehlikesini artırıyor.
Türkiye’de toprak kaybının, toprak oluşum hızının 48 katı olduğu belirtiliyor. Su erozyonu Türkiye genelinde yaygın, rüzgâr erozyonu ise daha sınırlı bir sorun. Ancak, iklim değişikliği ve artan kuraklık, rüzgâr erozyonu riskini artırabilir.
Bu kayıplarla mücadele için atılacak adımlar, son dönemde artan üretim ilişkileri ve buna bağlı olarak değişen arazi kullanım planlarının etkisiyle ortaya çıkıyor. Özellikle ekolojik kuşaklar ve özel ürün kuşaklarının yaygınlaştırılması, bölgesel arazi kullanım planları ve havza kalkınma planlarının yapılması büyük önem taşıyor. Ülkesel doğal kaynak veri tabanlarının duyarlılıkla oluşturulması da bu süreçte kritik bir rol oynuyor.
ÇİFTÇİ, TOPRAK KAYBI KONUSUNDA BİLİNÇLENMELİ
Toprak kayıplarıyla mücadele ve çiftçilere yönelik önerilerde, bilincin önemli bir rol oynadığı unutulmamalı. Çoğu zaman çiftçiler, üretim odaklı ve kendi geçim ekonomilerine odaklanmış durumda, ancak toprak kaybının üretimin sürdürülebilirliğini tehdit ettiği gerçeği göz ardı edilmemeli. Bu bağlamda, çiftçilere yönelik eğitim programları ve sürdürülebilir tarım uygulamaları, toprak erozyonunu azaltmak için kritik öneme sahip.
Çiftçilerin toprağı korumak adına bilinçlendirilmesi için erozyon kontrol önlemlerine öncelik verilmesi gerekiyor. Bu önlemler arasında teraslama, rüzgârın etkilerini azaltan bitki örtüsü oluşturma, erozyon bariyerleri gibi yöntemler bulunuyor. Ayrıca, ağaçlandırma projelerine destek verilmesi, toprak yapısını güçlendirecek ve erozyonu engelleyecektir.
Sürdürülebilir tarım tekniklerinin teşvik edilmesi de önemli bir adım. Kimyasal gübre ve pestisit kullanımının kontrol altında tutulması, organik tarım yöntemlerine geçişin desteklenmesi, münavebeli tarım gibi sürdürülebilir uygulamalarla toprak verimliliği arttırılabilir. Çiftçilere, uzun vadede toprak sağlığını korumanın ve verimliliği artırmanın, sadece kısa vadeli üretimle değil, aynı zamanda çevresel sürdürülebilirlikle de bağlantılı olduğu bilinci aşılanmalı.
Bu kapsamda, koruyucu tarım, onarıcı (rejeneratif) tarım ve toprak-su korumalı tarım gibi yenilikçi yaklaşımlar, özellikle toprakla uğraşan çiftçilere çevre dostu ve sürdürülebilir tarım uygulamaları sunuyor. Bu modern tarım yaklaşımları, toprak sağlığını destekliyor, mikroorganizma faaliyetlerini teşvik ederek toprak ekosistemini güçlendiriyor, organik madde tutulmasını artırıyor, toprak agregat yapısını koruyor, hava ve su hareketlerini kolaylaştırıyor, erozyonu etkin bir şekilde kontrol ediyor, toprağın su tutma kapasitesini artırıyor, ekosistem fonksiyonlarını ve hizmetlerini sürdürülebilir bir şekilde yükseltiyor, bitki büyümesini olumlu etkiliyor ve maliyetleri azaltarak çiftçilere tasarruf sağlıyor.
Çiftçiler, bu yaklaşımlar çerçevesinde biyoçeşitliliği teşvik etmek, toprak işlemeyi asgari oranlara çekmek, örtü bitkileri ve ekim nöbeti gibi yöntemleri benimsemek suretiyle tarımsal sistemlerin dayanıklılığını artırmada destek olabilirler. Bütünleyici hayvancılık yönetimi, su yönetimi, tarımsal ormancılık gibi sistemlerle çiftçiler, toprak kaynaklarını etkin bir şekilde canlandırabilir ve sürdürülebilir gıda üretimine katkıda bulunabilirler. Bu nedenle, toprak-su korumalı tarım yaklaşımları, toprak bozulması, biyoçeşitlilik kaybı ve iklim değişikliği gibi küresel sorunlara çözüm arayışında önemli bir rol oynuyor.
Sürdürülebilir bir toprak yönetimi için kurumların üzerine düşen görevler arasında bu konuda belirlenen temel göstergelerin ayrıntılı bir şekilde dikkate alınması önemlidir. Öyle ki, toprak erozyonu, toprak organik maddesi, besin elementleri, tuzluluk, kirlilik, asitlilik, biyoçeşitlilik, mühürlenme, sıkışma ve su yönetimi, sürdürülebilir toprak yönetimini değerlendiren kritik unsurlardır. Bu göstergelerin herhangi birinin kötüleşmesi, sürdürülebilir toprak yönetimi için bir tehdit oluşturabilir. Türkiye'de, özellikle tarım arazilerinin sürdürülebilir kullanımı planlaması, ekosistem fonksiyonlarını koruma ve toprak erozyonu gibi tehditlere karşı bütünleşik çözümler geliştirme ihtiyacını ortaya koyuyor. Bu bağlamda, Sürdürülebilir Arazi Yönetimi ve Sürdürülebilir Toprak Yönetimi (SAY/STY) uygulamaları, arazi kullanım planlamalarının temel itici gücüdür. 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu, toprak koruma ve tarım arazilerinin sürdürülebilir kullanımını sağlamak için önemli yasal düzenlemeler içermekte. Tarım Reformu Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan "Detaylı Toprak Etütleri" rehberi, erozyon şiddeti sınıfları aracılığıyla arazi kullanım kabiliyetinin belirlenmesinde kritik bir rol oynuyor. Ancak, mevcut toprak/arazi politikalarının, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA) ve uluslararası antlaşmalar çerçevesinde yeniden gözden geçirilmesi, toprak kaynaklarının erozyondan arındırılması açısından daha etkili olabilir. Türkiye'de yapılan arazi kullanım planları, SAY/STY yaklaşımlarını benimseyerek bütünleşik erozyon kontrol stratejilerini teşvik edebilir. Bu stratejiler, toprak kaynaklarının erozyon nedeniyle yaşadığı fiziksel kayıpları en aza indirerek sürdürülebilir tarım için önemli bir adım olabilir.
Toprağın korunması ile ilgili bölümünüzün yürüttüğü projeler varsa kısaca söz eder misiniz?
Toprak ve Arazi Yönetimi Projeleri kategorisi altında, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Türkiye'nin sürdürülebilir arazi ve toprak yönetimi alanındaki önemli projelerinde etkin bir rol oynuyor. Su erozyonundan rüzgâr erozyonuna, arazi tahribatının dengelenmesinden ulusal coğrafi bilgi sistemine kadar geniş bir yelpazede yer alan projeler, uzmanlık ve katkı sağlayarak toprak kaynaklarının sürdürülebilir yönetimini amaçlıyor.
Tarım ve Orman Bakanlığı ile FAO Orta Asya Alt Bölge Ofisi arasındaki iş birliği çerçevesinde, bölümümüz, “FAO-WOCAT Karar Destekli Sürdürülebilir Arazi Yönetimi Projesi”, “Arazi Tahribatının Dengelenmesinin (ATD) Hedef Belirleme ve ATD Yaklaşımının Üst Sakarya Havzası'nda Ölçeklendirilmesine Katkıda Bulunma Projesi”, “Tarımsal Altyapı Hizmetlerinin Güçlendirilmesi Projesi”, “Sürdürülebilir Toprak Yönetimi Ulusal Eylem Planı (STY-UEP)” başlıklı önemli projeleri destekliyor.
Ayrıca bölümümüz Eti Burçak iş birliğiyle yürütülen "Sağlıklı Toprak Hareketi" projesi kapsamında Türkiye'deki buğday üretimi yapılan tarım alanlarında toprağın korunması ve kalitesinin iyileştirilmesi için etkin bir şekilde çalışıyor.
Tüm bu projeler ek olarak bölümümüz ulusal ve uluslararası projelerde üstlendiği rolün yanı sıra TÜBİTAK projeleriyle geliştirdiği erozyon araştırma laboratuvarıyla da dikkat çekiyor. Bu laboratuvar, toprak koruma ve erozyonla mücadele konularında gerçekleştirilen önemli araştırmalara ev sahipliği yapıyor.