MART-NİSAN 2024 / GÜNDEM
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun!
“Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir bahtının aydınlığısınız. Memleketi asıl aydınlığa gark edecek sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!” Mustafa Kemal Paşa 17 Ekim 1922, Bursa.
23 Nisan 1920, Türk milletinin iradesini temsil eden Birinci Büyük Millet Meclisinin açıldığı ve Türk halkının egemenliğini ilân ettiği tarihtir. Millî egemenlik, devletin gücü olan yönetme yetkisinin bir kişi, parti ya da çoğunluğa değil millete dayanmasıdır. Millî egemenliğinin en önemli göstergesi, iradenin demokratik bir sistem içerisinde Meclis eliyle kullanılmasıdır. Ülkemizde millet iradesi kavramı, Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyet Dönemlerinde güçlenerek Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla vücut bulmuştur.
Türk milletinin tarihine yön veren Mustafa Kemal Atatürk, hiç şüphesiz kendisini diğer bireylerden farklı kılan ve entelektüel lider olmasını sağlayan bir takım kişisel özelliklere sahiptir. Bu özellikleri içinde bulunduğu koşullar, çevre ve aldığı eğitim gibi etkenler belirlemiştir. Özelliklerinin başında okuma azmi, askerî okullarda almış olduğu eğitim, muharebe sahalarından edindiği tecrübelerin en doğal sonucu olan gerçekçi düşünebilme yetisi, sorumluluk anlayışı ve evrensel görüşleri gelmektedir. Öğrencilik yıllarında Batılı aydınların eserlerini takip eden ve Fransız İhtilali’ni bütün yönleriyle araştıran Mustafa Kemal, bu nedenle ne teokratik bir devlet düşünmüş ne padişah ve halife değişikliğini hastalığa çare olarak görmüş ne de Meşrutiyet’in ülkeye bekleneni getireceğine inanmıştır. O günlerde Selanik’teki bir grup arkadaşına, “... Bir gün gelecek, ben hayal zannettiğiniz bütün inkılâpları başaracağım, mensup olduğum millet bana inanacaktır...” diyen Mustafa Kemal, amacının Meşrutiyet olmadığını, egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğu bir rejimi, Cumhuriyeti işaret etmektedir.
20. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki topraklarının Batılı devletler arasında paylaşılması, Balkanlardaki ayrılıkçı isyanlar ve Rumeli topraklarının kaybedilmesi, toplumda endişe ve hayal kırıklığına yol açmıştır. Bu arada daha Balkan Savaşlarının yaralarını sarmadan 1914’te başlayan ve dört yıl sürecek olan Birinci Dünya Savaşı, devletin insan varlığını her yönüyle tahrip etmiş, günlük hayatı daha da zorlaştırmıştır. Osmanlı Devleti, bu savaştan 30 Ekim 1918 tarihli “Mondros Ateşkes Antlaşması” ile çekilmiştir. Mondros, sıradan bir ateşkes olmaktan ziyade işgale karşı direnişi imkânsızlaştıran maddeler içermektedir. Türk halkının, hükümetin ve padişahın umutsuzluk içinde bulunduğu bir dönemde 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelen Mirliva Mustafa Kemal Paşa, “...Hata ettim, İstanbul’a gelmemeli idim. Ne yapıp Anadolu’ya dönmenin çaresine bakmalı, geldikleri gibi giderler” diyerek o gün kurtuluş inancını belirtmiş ve İstanbul’daki zayıf kadro ile vatanın kurtuluşunun mümkün olamayacağını anlamıştır. İstanbul’daki evinde silah arkadaşları ile görüşen Mustafa Kemal Paşa, kendisini yetkili bir göreve tayin ettiremezse “Anadolu’da güvendiği bir komutanın yanına giderek işe orada başlayacağını” dile getirmiştir.
Haber Görseli
Prof. Dr. Necdet AYSAL Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Ens. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi ABD Öğretim Ü.
İstanbul’daki bu görüşmeler sonunda Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu, ileri sürülen kurtuluş çarelerini yeniden gözden geçiren Mirliva Mustafa Kemal Paşa, şu sonuca varmıştır: “... Gerçekte içinde bulunduğumuz o tarihte Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da taksimini sağlamaya çalışmaktan ibaretti... O hâlde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi? Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan kayıtsız, şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!.” Ona göre, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşaması ancak böyle mümkün olabilecekti.
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçme fırsatı nisan ayında doğmuş ve 30 Nisan 1919’da Harbiye Nezareti tarafından 9’uncu Ordu Kıtaat-ı Müfettişliğine atanmıştır. 16 Mayıs’ta Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan ayrılan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmalarıyla Millî Mücadele’nin gerçek anlamda başladığı görülecektir: “… Türk’ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Öyleyse Ya İstiklâl Ya Ölüm.” Bu parola ile millî bilinç, millî birlik, millî bağımsızlık ve millî egemenliğine dayanan tam bağımsız yeni bir Türk Devleti kurma düşüncesiyle yola çıkan Mustafa Kemal Paşa, programını kademeli olarak uygulamaya başlamıştır. Onun bu yaklaşımı, hem Millî Mücadele hem de Yeni Türk Devleti’nin kuruluşunda olumlu rol oynamıştır.
Samsun’dan itibaren işgallere karşı başlatılan bölgesel girişimleri tek çatı altında birleştirmek için çalışmalara başlanmıştır. Millî bilinç kavramı Havza Bildirisi’nde vurgulanmış, “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” sözleriyle siyasi teşkilatlanmanın temeli Amasya’da atılmıştır. “Millî Egemenlik” esasına dayanan yeni bir devletin kurulma düşüncesi ise ilk defa Erzurum Kongresi’nde dile getirilmiştir. Kongre’de, 9 kişiden oluşan bir Temsil Heyeti oluşturulmuş ve başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirilmiştir. Temsil Heyeti’nin üye sayısı Sivas Kongresi’nde 15 kişiye çıkarılmış ve “Heyet-i Temsiliye vatanın bütününü temsil eder” şeklinde alınan karar doğrultusunda yetkileri bütün ülke için geçerli hâle getirilmiştir.
1919 yılında Askerî Tıp Okulu öğrencisi olan Hikmet, 4-11 Eylül 1919 tarihli Sivas Kongresi’ne, Anadolu gençliğini temsil etmek amacıyla katılmıştır. Manda ve himaye konusunun tartışıldığı toplantıda söz alan Hikmet, “Beyler; delegesi bulunduğum Türk gençliği beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemeyiz. Eğer manda fikrini kabul edecek olanlar varsa bunları şiddetle reddeder ve kınarız. Eğer manda fikrini kabul ederseniz sizleri hain ilan ederiz.” şeklinde konuşmuş ve ardından Mustafa Kemal Paşa’ya dönerek aynı kararlılık ve heyecanla “Paşam, siz de manda fikrini kabul ederseniz sizi de reddederiz. Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı olarak değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz.” ifadesini kullanmıştır. Mustafa Kemal Paşa, tıbbiyeli gencin bu çıkışına “Evlat içiniz rahat olsun. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Manda da yok, himaye de yok. Parolamız tektir ve değişmez: Ya İstiklal Ya Ölüm.” şeklinde bir konuşma ile karşılık vermiştir.
Millî Mücadele’nin örgütlenme aşamasındaki alınan bütün kararlarda açıkça vurgulanan amaç “Millî kuvvetleri etken ve millî istenci egemen kılmak” şeklinde açıklanmıştır. Sivas Kongresi’nin üzerinden bir ay geçmeden Temsil Heyeti karargâhını Ankara’ya taşımayı düşünen Mustafa Kemal Paşa, bu düşüncesini yakınında bulunan arkadaşlarına kabul ettirmesi kolay olmamıştır 16-29 Kasım 1919 tarihleri arasında Sivas’ta yapılan Heyet-i Temsiliye toplantısında Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da toplanması zorunluluğu karşısında, Temsil Heyeti’nin Ankara’ya intikali kararlaştırılmıştır. Ankara’nın millî kurtuluş hareketinin merkezi olarak seçilmesinde şehrin stratejik, jeopolitik ve coğrafi konumu, 20. Kolordu Komutanlığı’nın burada bulunması, Ankara halkının mücadeleci karakteri ve diğer müspet unsurlar etkili olmuştur. Hazırlıkların tamamlanmasıyla birlikte 18 Aralık’ta Sivas’tan ayrılan Temsil Heyeti, zor bir yolculuk sonrası 27 Aralık 1919’da Ankara’ya ulaşmıştır. Ankara’da Keçiören Ziraat Mektebi’ne yerleşen Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, ilk günlerde mali açıdan bir hayli sıkıntı yaşamıştır. Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve halk, ayni ve nakdî yardımlarla bu sıkıntıları biraz olsun hafifletmişlerdir.
Vatan topraklarının bütünlüğünü ifade eden ve bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından kaleme alınan Misak-ı Millî kararlarının 28 Ocak 1920’de Osmanlı Mebusan Meclisi’nde kabulü üzerine, 16 Mart 1920’de İstanbul, İtilaf Devletleri tarafından resmen işgale maruz kalmıştır. Bu olay, kentin vatanseverler için yaşanılmaz bir yer olduğunu göstermiş ve artık tek umudun Ankara olduğunu kanıtlamıştır. Bu gelişme üzerine Mustafa Kemal Paşa, 19 Mart 1920’de Temsil Heyeti adına illere, bağımsız sancaklara ve kolordu komutanlıklarına gönderdiği telgrafta “ulusun bağımsızlığını ve devletin kurtarılmasını sağlayacak tedbirleri düşünüp uygulamak üzere, ulusça olağanüstü yetki verilecek bir Meclisin Ankara’da toplanacağını ve dağılmış olan son Osmanlı Mebusan Meclisi milletvekillerinin de Ankara’ya gelmeleri gerektiğini” bildirmiştir. İşgali izleyen günlerde İstanbul’dan Ankara’ya yoğun bir aydın, subay ve bürokrat göçü başlamıştır. Ankara’ya gelen bu misafirlerin ihtiyaçlarının büyük bölümü, Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından karşılanmıştır. Ankara Valiliğinin Meclis’in nerede açılacağına dair yaptığı çalışmalar sonunda, Aşağıyüz mahallesinde bulunan İttihat ve Terakki Kulübü binasında karar kılınmıştır.
23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ile iç ve dış güçlere karşı savaşı yönetecek yepyeni, millî bir devlet kurulmuştur. Mondros Ateşkes Antlaşması ile eylemsel olarak ortadan kalkan Osmanlı Devleti’nin bırakmış olduğu boşluk, Ankara’da açılan Büyük Millet Meclisi ile doldurulmuştur. Ayrıca egemenliğini Kurtuluş Savaşı ile tüm dünyaya kabul ettiren Türk Milleti, bu iradesini Türkiye Büyük Millet Meclisi aracılığıyla kullanmaktadır.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ün düşüncesinde çocuklar, milletin geleceğidir. Onlara duyduğu sarsılmaz güvenin ve büyük sevginin ifadesi olarak, millî bayramımız olan 23 Nisan'ı çocuklara armağan etmiştir. Atatürk, ömrü boyunca rastladığı kimsesiz çocukları evlat edinip bağrına basmıştır. 11 muhtaç çocuğu, Cumhuriyet'ten önce İhsan, Ömer, Afife, Abdürrahim ve Zehra'yı; Cumhuriyet'ten sonra ise Sabiha, Afet, Rukiye, Nebile, Ülkü ve Sığırtmaç Mustafa'yı manevi evlat edinmiştir.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın ortaya çıkışında 3 ayrı bayramın payı vardır. 23 Nisan Millî Bayramı, 1921'de çıkarılan “23 Nisan'ın Millî Bayram Addine Dair Kanun” ile TBMM’nin açılışının birinci yılında kutlanmaya başlanmış ve Türkiye'nin ilk ulusal bayramı olmuştur. 1 Kasım 1922’de ise saltanatın kaldırılmasıyla birlikte Hâkimiyet-i Milliye Bayramı kutlanmaya başlanmıştır. 23 Nisan 1927 tarihinde kutlanan millî bayramı, Himaye-i Etfal Cemiyeti çocuk bayramı olarak ilan etmiş ve 23 Nisan Çocuk Bayramı’nın ilki Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın himayesinde kutlanmıştır. 1929’da çocuklara ilgi daha da artmış, o yıl ve daha sonraki yıllarda 23-30 Nisan haftası “Çocuk Haftası” olarak kutlanmaya başlamıştır. 1935’te bayramlar ve tatil günleriyle ilgili kanun değiştirilmiş ve 1 Kasım Hâkimiyet-i Millîye Bayramı ile 23 Nisan Millî Bayramı birleştirilerek “23 Nisan Milli Hâkimiyet Bayramı” haline getirilmiştir.
23 Nisan Çocuk Bayramı kutlamalarına 1975'te Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu da katılmış ve bir hafta çocuk programları yayımlamıştır. 1978’de Meclis Başkanlığının izniyle Meclis’teki törenlere çocukların da katılması sağlanmıştır. 1979 yılının UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) tarafından Dünya Çocuk Yılı olarak duyurulması üzerine, TRT tarafından dünyanın bütün çocuklarını kucaklamayı amaçlayan bir proje hazırlanmış ve “TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği” adıyla uygulamaya konulmuştur. 1981’de Millî Güvenlik Konseyi, bayramlar ve tatillerle ilgili kanunda yaptığı değişiklikle, o güne kadar kanunen adı konmamış bir şekilde kutlanan bayrama “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” adını vermiştir.
Türkiye, dünyada çocuklarına bayram hediye eden ve bu bayramı bütün dünya çocuklarıyla paylaşan ilk ve tek ülke olmuştur.