KASIM-ARALIK 2024 / GÜNDEM
Atatürk’e veda: 10 Kasım 1938
“Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır”
Mustafa Kemal Atatürk, Türk milleti için sadece bir lider değil, aynı zamanda ulusal kimliğin ve millet ruhunun şekillenmesinde öncü bir figürdür. Uzun süren savaşların ardından yorgun düşen milleti yeniden ayağa kaldırarak Millî Mücadele'yi organize etmiş ve halkı bu mücadele etrafında birleştirmeyi başarmıştır. Savaşın sonunda elde edilen zaferler, Atatürk'ün toplumu modernleşme yolunda ileriye taşıyan köklü inkılâplarıyla taçlanmıştır. Bu inkılâplar, Türkiye’yi çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmayı hedeflemiştir. Atatürk’ün önemi sadece Türkiye ile sınırlı kalmamış, Türk dünyası ve dünya milletleri nezdinde de büyük bir saygı kazanmıştır.
Atatürk, yaşamı boyunca dinamik ve aktif bir hayat sürdürmüştür ancak gençlik yıllarında bazı rahatsızlıklar yaşamıştır. Bununla birlikte, ciddi ve ölümcül hastalığının ilk belirtileri 1936 yılının sonunda ortaya çıkmaya başlamıştır. O yıl zatürreye yakalanmış ve bu hastalığın ardından vücudunda belirgin değişiklikler meydana gelmiştir. İştahı azalmış, vücudunda kırmızı lekeler oluşmuş ve durmak bilmeyen burun kanamaları başlamıştır. Atatürk’e ilk defa siroz teşhisi 22 Ocak 1938’de Yalova kaplıcalarında dinlenirken Prof. Dr. Nihat Reşat Belger tarafından konulmuştur. Bu teşhis daha sonra Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp tarafından da onaylanmıştır. 1938 senesi 18 Ekim’den itibaren Atatürk’ün hastalığına ilişkin resmî tebliğlerin bütün gazetelerde yer alması ve Atatürk’ün Ankara’daki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı törenlerine katılamaması ile halk hastalığını öğrenmiştir. Atatürk'ün sağlık durumu, uygulanan tüm tedavi yöntemlerine rağmen, iyileşmek yerine giderek kötüleşmiştir. Yerli ve yabancı birçok doktor, Atatürk’ün sağlığını koruyabilmek için yoğun çaba sarf etmiştir. Ancak tüm bu çabalara rağmen hastalığı ilerlemiş, son dönemlerde yapılan karından su alma işleminin ardından komaya girmiştir. Bu komadan bir daha çıkamayan Atatürk, 10 Kasım 1938 günü saat 09.05’te hayata gözlerini yummuştur. Atatürk’ün ölümü, sadece Türk milleti için değil, dünya genelinde büyük bir üzüntüyle karşılanmış ve onun anısına çeşitli yas ve anma törenleri düzenlenmiştir.
Atatürk’ün vefatı sebebiyle hükümet resmî tebliğ yayımlamıştır. Atatürk’ün vedası Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya imzalı resmî yazıyla aynı gün içinde basın organları ile tüm yerli ve yabancı kamuoyuna duyurulmuştur. Kamuoyuna yapılan tebliğde Atatürk’ün kaybı ile yaşanan derin üzüntü belirtilerek onun yokluğunda eserlerinde tesellinin aranması ve en büyük mirasının Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğu aktarılmıştır. 21 Kasım 1938 tarihinde Ankara’da bir cenaze merasimi yapılmasına karar verilmiştir. Bu bağlamda naaşının Yavuz Zırhlısı’yla İstanbul’dan İzmit’e oradan da Ankara’ya nakledilmesi planlanmıştır. Kalıcı kabir inşa edilinceye kadar Atatürk’ün naaşının geçici istirahatgâhı olarak “Etnografya Müzesi” belirlenmiştir. Vefat haberini İstanbullular Dolmabahçe Sarayı’ndaki Cumhurbaşkanlığı forsunun yarıya indirilmesiyle Anadolu şehirleri ise çoğunlukla radyo yayınlarından öğrenmiştir. Bütün resmî binalarda, Halkevi ve parti binalarında, konsolosluklarda bayraklar yarıya indirilmiştir. Türkiye’deki yabancı elçilikler ve yabancı uyrukluların kurumları da bayraklarını yarıya indirerek Türk milletinin millî matem duygusunu paylaşmıştır. 15 Kasım 1938 tarihinde matem töreninin nasıl yapılacağı ile ilgili olarak hükûmet tarafından bir kararname çıkartılmıştır. Bununla birlikte yapılacak cenaze merasimi ile ilgili Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Sekreterliği tarafından bir genelge vilayetlere gönderilmiştir. 15 Kasım 1938 tarihli ve 1310 sayılı Genelge ile hükûmet tarafından merasim için dikkat edilecek hususlar belirtilmiştir. Atatürk’ün naaşı İstanbul’dayken üç günlük bekleme süresince Dolmabahçe Sarayı’nda halkın ziyareti söz konusu olmuştur. İstanbul merasiminde Ata’ya saygısını sunmak üzere halk yoğun ilgi göstermiştir. Ailesinin isteği ile İstanbul Muayede Salonu’nda Ordinaryüs Profesör Şerafettin Yaltkaya tarafından cenaze namazı kılınmıştır. İstanbul’dan sonra Başkent Ankara’da cenaze merasimi Türk halkının büyük katılımıyla gerçekleşmiştir. Yabancı konuk ve diplomatların da katıldığı tören 21 Kasım’da saat 10.45’te meclisin önünde başlamıştır.
Atatürk’ün vefatının ardından onu anmak için 10 Kasım 1939’da düzenlenen ilk anma programı, dönemin Dâhiliye Vekâleti Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından gazetelere gönderilmiş ve anma töreninde gerektiği şekilde hareket edilmesi hususunda ricada bulunulmuştur. Halkevleri ve CHP’nin parti merkezlerinde düzenlenecek olan toplantılarda, toplanılan salonun uygun bir yerine Atatürk’ün bir büstü, yoksa bir fotoğrafı konacak; bu köşe Türk bayrağı, CHP bayrakları ve çiçeklerle süslenecektir. Toplantıya katılanlar, saat 09.05’te, tam Atatürk’ün vefat ettiği saatte, önceden görevlendirilmiş bir kişi tarafından ayakta beş dakikalık saygı duruşuna davet edileceklerdir. Sonrasında bir hatip, Atatürk’ün hayatı, memleket ve millet için yaptığı hizmetler hakkında bir hitabede bulunacak ve ardından Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 10 Kasım 1938 tarihinde Atatürk’ün ölümünden hemen sonra söylediği beyannamesi okunarak toplantıya son verilecektir. 1940 yılı anma programında, Ankara Halkevi’nde yapılacak törenden sonra Atatürk’ün geçici kabrinin bulunduğu Etnografya Müzesi’nin halkın ziyaretine açık bulundurulması gerektiği belirtilirken programa yurt dışında yapılacak anma etkinliklerinin düzenlenmesine yönelik olarak yeni bir madde de eklenmiştir.
10 Kasım 1953 yılında Atatürk’ün naaşı ebedi istirahatgâhı olan Anıtkabir’e defnedildiği için bundan sonraki törenlerin merkezi Anıtkabir olmuştur. Dünya tarihine etki etmiş büyük bir lider olan Atatürk’e yaşamında duyulan saygı, onun vefatı sonrasında düzenlenen cenaze törenlerine de yansımıştır. Atatürk'ün ölümünün ardından yaşanan yas, milletin ortak bir değer etrafında birleşmesine ve dayanışma duygusunun güçlenmesine katkıda bulunmuştur. Yas sürecinde Atatürk’ün hatırası, toplumun bir arada kalmasına ve ortak duygular etrafında birleşmesine vesile olmuştur. Bu durum, yasın birleştirici gücünü ve Atatürk’ün Türk milleti için taşıdığı önemi bir kez daha göstermektedir.