MART-NİSAN 2019 / AYIN KONUĞU

Doğadaki insan Serdar Kılıç “Tabiatla bağımızı yeniden kurmalıyız"


Müge ÇEVİK    

01.03.2019 

İsmini bilmediğimiz, duymadığımız, dokunmadığımız, tatmadığımız herhangi bir şeyi koruyamayız. O yüzden diyorum ki çocukları tabiata aşılayalım. Onlar orayla bağ kursunlar, sevsinler ki hem kendilerini hem geleceklerini kurtarsınlar. Yaşayacağımız başka bir gezegen yok.
Dergimizin bu sayısındaki konuğu TRT Haber’de hazırladığı Doğadaki İnsan belgeseliyle tanıdığımız Serdar Kılıç. Doğadaki insanın yalnızca yaşam mücadelesini değil, gezdiği bölgenin kültürünü, tarihini, coğrafi özelliklerini de izleyicisine aktaran Kılıç, programında insanın doğayla bütünleşmesi ve doğada yaşamanın insana katacağı değerlere ilişkin anlatımlarıyla da dikkat çekiyor. Hem yurt içinde hem de yurt dışında ata kültürünü sürdüren insanların yaşamına, yine onlarla yaşayarak ve çalışarak tanıklık eden Kılıç, insan ve doğa arasında kopan bağı yeniden oluşturmaya çalışıyor. Biz de zamanının büyük bölümünü doğada geçiren Serdar Kılıç’ı daha yakından tanımak için keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Tabiata, tabiat varlıklarına ve bunları korumaya yönelik birçok program yapılıyor ancak tam anlamıyla doğada yaşam ve adeta doğayla bütünleşmiş insan denildiğinde akla siz geliyorsunuz. Bu tabiat aşkı kökenini nereden alıyor?

Bunu anlatan, bunu yapan birçok program, kişi var. Aslında tabiata ne kadar zarar verdiğimizi konuşarak değil, tabiatın bize neler verdiğini anlatarak korumak gerektiğini düşünüyorum. Bu bende ne zaman başladı sorusunun cevabı belirsiz bir şey. Ne zaman başladığınızı size net söyleyemem. Fakat insanın zaten, varoluşundan, yaradılışından içinde olan bir şey. Bende hep beslendi bu duygu. Onu besleyen unsurlar da; kırsalda gezmek dolaşmak, tabiatta yaşayan insanların içine girip yaptıklarını gözlemlemek, görmek, yardım etmek, dedemden öğrendiklerim, arkadaşlarımla dışarıda oynarken öğrendiklerim, annemin, babamın çocuklarıyla olan ilişkileri, bunların hepsi içimde bunları oluşturan değerler. Her birisi bu hale getirdi beni diye düşünebilirsiniz.

Programlarınızda sık sık dedenizden bahsediyorsunuz? Dedenizle kaç yıl geçirdiniz, yaşadıklarınızdan söz eder misiniz?

Dedemle aşağı yukarı 11 yıl geçirdim ama öyle yıl, süre olarak ona bakmamak lazım. Dedemle geçirdiğim bir gün belki şimdi şehirde yaşayan bir çocuğun bir yılına eş değer. Çünkü çok deneyleyerek, hiç unutmayacağınız şeyler yaşayarak öğreniyorsunuz orada ve bunlar çoğunlukla duygu içerikli. Ataerkil toplumuz; baba çalışır, dede torunla temas eder. Çok şanslıyım ki dedelerimle büyümüşüm. Dedem de çok bilge bir insandı. Etraftan da çok sevilip sayılan bir adamdı.  Onun için etkisi çoktur bende.

Doğadaki yaşamı televizyonda anlatmak projesi nasıl oluştu?

Jeoloji Mühendisliği, Beden Eğitimi ve Spor Bölümü mezunu olmam yanında sporculuk geçmişim de vardı. Ama salon sporlarının dışında daha çok doğada, dışarıda bir şeyler yaptığım için beni o şekillendirdi daha çok. Bir televizyon kanalı sorumlusu arkadaşım vardı. Beni iyi tanıdığı için bana, “Serdar, yaptığın şeyleri üç beş dakikalık görüntü olarak bize de versen, belki insanlara faydalı bir şeyler anlatırız yaptıklarından” dedi. Derken öyle yola çıktık; üç beş dakika değil, 40 dakika ile başladı.

Programlarınızda yalnızca bulunduğunuz yerin doğasından değil, kültür tarihinden de bahsediyorsunuz? Bu da önemli bir bilgi birikimini gerektiriyor kuşkusuz. Gideceğiniz yerlerle ilgili bir ön çalışma yapıyor musunuz?
Evet, gideceğim yerlerle ilgili araştırmalar yapıyorum. Hikayelerini, edebi, kültürel yaşantılarını öğrenmeye çalışıyorum. Özellikle içlerine girip onlarla sohbet etmeye çalışıyorum. Yaptıkları işlere ben de müdahil oluyorum, yani yaptıkları işi ben de onlarla yapmaya çalışıyorum. Onları o zaman daha iyi anlıyorsunuz. Doğru öğrendiğiniz bir şeyi içinizde yoğurup, sentezlerseniz güzel anlatabilirsiniz. Sadece okumak yetmiyor. Okumakla öğrendiklerinizin ancak yüzde 10’unu aklınızda tutabiliyorsunuz. Yaşayarak, yaparak olunca yüzde 100’ü aklımızda kalıyor. O zaman işin içine bütün duygularınız karışıyor. Belgesel dediğiniz şey de zaten belgeli ve içinde duygu olan bir şeydir. İçinde duygu yoksa o belgeler de hiçbir işe yaramıyor. O belgeleri zaten kitapta okursunuz, biz yaşayarak yapmaya çalışıyoruz.

ŞİMDİ GEZME VAKTİ

Türkçeye çok hakimsiniz, program metinleri size mi ait?


Evet, programdaki metinlerin neredeyse tamamı bana ait. Doğaçlama gelişiyor. Aşıklara bir muamma sorarsın da o muammayı çözmeye çalışırlar ya, yönetmen arkadaşım da bana konularla ilgili bazı muammalar soruyor ben de o muammaları aklım, dilim, bilgim, kültürüm, deneyimim yettikçe güzel bir üslupla ve dille anlatmaya çalışıyorum. Bir kitap yazdım ikincisi için de çok güzel bir fikrim var ve onunla ilgili çalışmalarım devam ediyor. Bundan sonrakiler zamanla gelir. Henüz benim çok oturup yazacak bir yaşam şeklim yok. Biraz daha deneyimledikçe, daha doğrusu fiziksel olarak şu hareketli yaşantım biraz daha durulmaya başladığı an daha iyi şeyler yazacağımı hissediyorum. Henüz çok erken benim için. Şimdi gezme vakti. Çocukken çocuk olmak lazım, ergenken ergen, yetişkin ve hareketli olduğunda da hareketli. Şimdi biz o dönemi yaşıyoruz. Ama fırsat buldukça da bir şeyler not ediyorum tabii.

TARIM MADDİ VE MANEVİ OLARAK İNSANI ZENGİNLEŞTİRİR

Tarım sizin için ne ifade ediyor? Türkiye’deki tarımsal faaliyetleri nasıl değerlendiriyorsunuz?


Tarım yerleşik yaşayan bir kültürün hayatını devam ettirmesi için gerekli yegâne aygıttır. En önemli eylemdir, iştir. Çünkü tarım çok zengindir. Tarımda sadece mahsule bakmamak lazım. Tarımla hayatını sürdüren bir sürü sektör var. Bunları da düşünerek bir şeyler söylemek gerek. Tarım zenginlik demektir. Tarım insana bir sürü değer katar. Maddi, manevi ve ruhsal olarak da insanı zenginleştirir, kuvvetlendirir. Meşguliyettir aynı zamanda, güzel bir meşguliyettir. Doğru yapıldığı sürece güzel işlerle meşgul olan insanın ruh sağlığı, akıl sağlığı da yerindedir. Bu da sağlıklı toplumu oluşturur. Tarımın düzgün yapılması devlet için de en önemli, vazgeçilmez unsurlardan biri olmalıdır. Bununla ilgili önerilerim çokça olabilir. Sanayileşme gereklidir, çünkü bu dönemde dünyanın gidişatına uyum sağlamak zorundasınız. Bir yandan da devletin küçük ailelerin kendilerini besleyebilecekleri bir tarım politikası olmalıdır. Bu, devletin bel kemiğinin sağlam olması için gereklidir. Çünkü ileride bu sistem, dünyanın bu gidişatı çöktüğü zaman insanlar tarım kültürleriyle kendi başlarına bakabilir halde yaşamlarını sürdürmek zorundalar. Bunu da devlet sağlamak durumunda.

Tarım elbette çok şey ifade ediyor. Şöyle söyleyeyim; biçerdöverin hayatımıza girmeden önceki zamanlarını bile yakaladım. Biçerdöver hayatımıza girdi ve her şey kolaylaştı, doğru. Ama sırf benim hesabımla 17 mesleği de aldı götürdü. 17 tane mesleğin yanında yüzlerce yıllık bir yaşam deneyimini de aldı götürdü. Düşünsenize bir orakla, tırpanla ekin biçmeye giden; harmana at arabasıyla o ekinleri getiren; harmanda düveniyle o ekini buğdaya, sapa ayıran; sonra patosu olan; ondan sonra hedik şenliklerinin yapıldığı, bulgurların kaynatıldığı bütün o hikaye, üç ay süren hikaye, bir güne indirildi. Altı, zemini doldurulmadı. Doldurulmayınca da bizim tarımla ilgili kültürümüz yok oldu.  Biz şu anda sanayi tarımı yapıyoruz. Yani bir kişinin makine gibi ürettiği şeylerle hayatımızı sürdürüp, yiyip içiyoruz. Oysa ki, eskiden kursağımıza giren o ekmeğin, o tahıldan çıkan mahsulün içi doluydu, geçmişi çok zengindi, bunlar kayboldu. Tarım insana çok değer katmıştır. El becerisi, gönül yaşantısı, insanla olan ilişkisi… Zaten insan sosyal bir canlı. Bu ilişkiler de tarımla çok güzel bağlanmıştı; bu da yitti gitti. Şimdi bunun geri dönüşünü bulmak lazım.

Haber Görseli

Zamanınızın büyük bölümünü ormanlarda geçiriyorsunuz; en azından programlarınızda. Türkiye’deki orman alanları ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Türkiye orman konusunda neredeyse 200 yıla yakın bir zamandır aynı düzen içerisinde ve uyguladığı bir sistemi, modeli var; yazılımı da iyi. Bütün yazılan kanunlar, programlar yerine getirildiği vakit, her memur görevini düzgün yürüttüğü sürece bence orman kanunlarımızda hiçbir sorun yok. Ormanlarımız gerçekten coğrafya itibariyle çok zengin, çok güzel bir örtü. Orman denilince akla ilk ağaç gelir ama ormanla ilgili bir sürü kültür var. Ormanın içerisinde bir sürü canlı türü var.  Orman köylüsü de bunu çok iyi bilir. Orman muhafaza memurları orman köylülerinden teşkil olarak yetiştirilmeli. O kültürü iyi bilen, oranın ağzını iyi bilen, oranın insanını iyi bilen insanlar bu koruma görevini üstlenirse, hem bu görevini daha iyi yerine getirecek hem halkıyla iyi geçinecektir. En güzel en büyük önerim bu olur aslında.

Evlisiniz ve bir oğlunuz var. Oğlunuzun doğayla ilişkisi de sizin kadar güçlü mü?

Armut dibine düşer derler. Tabii ki o da bizi gözlemliyor, gördüklerini kendi içindeki dünyasıyla birleştirmeye çalışıyor. Şu an 14 yaşında. Biraz daha büyüdüğü zaman neler yapabileceğini daha net göreceğiz inşallah. O da çok akıllı, kendini geliştirmeye müsait birisi. O yüzden Tibet’in benim oğlum olmasından çok memnunum. Benim genetik yapımdan, kanımdan olması ayrı bir şey; şahsiyet olarak da sevdiğim birisi o.

BESLENMEYİ ÜÇÜNCÜ SIRAYA KOYUN

Doğada zor şartlarda hayatta kalmaya yönelik önemli bir birikim ve tecrübeye sahipsiniz. Şehirde olduğunuzda beslenmenizde nelere dikkat edersiniz? Market alışverişi yapar mısınız?

Evet, doğada zor koşullarda hayatta kalmak önemli. En güzelini atalarımız başarmış. Avcı toplayıcı değil, yerleşik yaşayan belli bir yaşam kültürü olan insanlardan bahsediyorum. Hem hayvancılık hem tarım yapabilen insanlardan bahsediyorum. Belli bir kültür oluşturmuşlar. İnsanlar sadece barınmayla beslenmeyle bir yaşam kültürü oluşturamaz. Onun yanında başka şeyler katmak zorunda. Biz de bu yönden çok zengin bir memleketiz. Bunlara sahip çıkmak gerekiyor. Şehirde tabii ki marketten alışveriş yapıyoruz ama çok kapalı, ambalajlı şeyleri sevmiyorum. Genellikle kırsal yerden ya da kendi yetiştirip ürettiklerimiz varsa onlardan beslenmeye çalışıyoruz. Bakın beslenmeyi üçüncü sıraya koyun. Birinci sırada hava vardır. Havayı iyi teneffüs etmek lazım. İkinci sırada sağlıklı ölü olmayan suyu içmek. Ancak üçüncü sıraya yemeği yerleştirmek lazım.

Haber Görseli

“Doğaya çocuk dikin, doğada soyu tükenen tür doğadaki çocuktur”  şeklinde bir sözünüz var. Çocukların doğa ile kuracakları ilişkinin öneminden bahseder misiniz?

Doğaya tabii ki fidan dikeceğimize çocuk dikelim. Yol kenarlarında kimilerince dikilen fidanları görüyoruz bolca. Ne çeşmeler gördük, ne aşılanmış ağaçlar gördük; hiçbirinin üzerinde isim yazmıyor, kimin yaptığı yazmıyor. Biz bunun gibi şeylerle beslenmeliyiz ve hayatımızı devam ettirmeliyiz. İsmini bilmediğimiz, duymadığımız, dokunmadığımız, tatmadığımız herhangi bir şeyi koruyamayız. O yüzden diyorum ki çocukları tabiata aşılayalım. Onlar orayla bağ kursunlar, sevsinler ki hem kendilerini hem geleceklerini kurtarsınlar. Yaşayacağımız başka bir gezegen yok.

Çocuklara yönelik “Serüven ve Doğa Sporları Kampı”nız devam ediyor mu?

Evet, kampımız devam ediyor. Orada her yeni öğrendiğimizi çocuklarla paylaşıyoruz. Orası oyunların, değişik spor branşlarının bir arada olduğu bir yer. Bunlar tabii birer araç. Asıl maksat çocukları tabiatla kısmen de olsa buluşturmak. Onları derinde hissettirmek.

Programlarınızda sürekli ‘tabiatla bağ kuran insan’ vurgusu yapıyorsunuz? Günümüzde artan şehirleşme, endüstrileşme, teknoloji ve işi ile evi arasına sıkışmış insan gerçeği karşısında, sizin gibi yaşamak isteyen insanlara ne tavsiye edersiniz?

Sürekli tabiatla bağ kuran insan vurgusu yapıyorum, doğru. Bu çok önemli bir şeydir. Bizim geleceğimiz açısından, dünyanın geleceği açısından o eskiden bu tarafa kurulmuş olan bağın yeniden kurulması gerekiyor. O insanlara önerim her fırsatta doğaya çıkabilecekleri hobilerinin olması. Bir şeylerle meşgul olmaları gerekiyor. Her bireye hitap edebilecek bir sürü hobi var. Buna “hobi” diyoruz ama “meşguliyet” diyelim aslında. Ki bunların hepsi terapi gibidir. El becerilerinizi, iç dünyanızı, gönlünüzü koyarak yapabileceğiniz bir sürü iş var. Denizler yerine dağlara gitmekte fayda var. Senede üç beş defa denize girersiniz yeter sağlık açısından ama deniz adamı tembelleştiriyor. Çünkü sıcak havanın olduğu yerde insanlar denize girmeyi tercih ediyor o da insanların hareketini ağırlaştırıyor. Dağ insanı çalıştırıyor, daha çok terbiye ediyor, ben bunu savunuyorum. Dağlarda sağlık bulmak, hareket etmek maksatlı bir takım hobiler bulabilirsiniz kendinize.

İNSANLAR KAYBETTİĞİ DEĞERİN FARKINA VARDI

Özellikle beslenme konusunda doğal beslenme, organik beslenme akımları hızla yükseliyor. Bu doğaya dönüşü de beraberinde getirecek mi sizce? İnsan kurtuluşun doğada olduğunu, onu korumak gerektiğini anlamaya başladı mı?

Evet, insanlar kaybettikleri değerin farkına vardılar. En azından “organikti, ekolojikti” gibi söylemlerle fikir olarak doğaya dönüş o anlamda başladı. Fakat o tad alma, görme, duyularımızı yeniden canlandırmamız gerekiyor. Henüz neyin ekolojik neyin organik olduğunu da tam olarak bilmiyoruz. Dedelerimiz her şeyin farkındaydı. Kokusundan bile anlardı. Mevsiminde yerler, tüketirlerdi. Şimdi benim dedemi kaldırıp getirsek marketteki herhangi bir şeyi göstersek hiçbir şey anlamaz, gözünü kapatsa da anlamaz çünkü kokuları bile değişik.

Plastik poşet kullanımının azaltılmasına yönelik proje ve Sıfır Atık gibi projeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Plastik poşet kullanılmaması taraftarıyım tabii ki. Çünkü onların üretimi için de bir sürü enerji harcıyorsunuz. Yer kabuğunun altındaki bir sürü petrol ürünleri tüketiliyor, bunlar hep enerji kaynaklarımız. Onları çok daha güzel işler için harcamamız gerekir. Üstelik onun dönüşümü de zor. İnsanlar da bilinçsiz olduğu için dünyada sadece bizde değil bütün dünyada bunun böyle uygulanması gerekir. Başlamak da iyi bir şey. Bu işin bizde yapıldığını görmek de güzel bir şey. Sıfır Atık Projesi aslında insanlara atmamayı öğretmeli. Tüketirken neleri kaybettiğimizi de hatırlatmalı. Bunları bildikçe, insanlar bilinçlendikçe bunlar da azalacaktır, katkı sağlayacaktır ve başlangıç iyi bir şey.

Doğada hayati anlamda büyük bir tehlike atlattınız mı?

Hayati anlamda bir iki kez büyük tehlike atlattım. Ama insanlar yaşadıkları bu zorluklardan ne öğreniyorsa öğreniyor. Yaşadığı deneyimlerinden terbiye alıyor, kendini geliştiriyor. Biz de bu yaşadığımız hataları güzel, olumlu yönlere çevirerek hem kendimiz hem de etrafımızdakilere ders niteliğinde anlatmaya çalışıyoruz. Hata yapmak güzel bir şey, hata yapmayan insan olduğunu düşünmüyorum, görmedim de zaten. Bunları birileriyle paylaşabildiğim an herhalde en mutlu insanım demektir. Bana göre öyle. O yüzden bu konuda mutlu ve sağlıklı olduğumu düşünüyorum.

Bağlama ve birçok müzik aleti çalıp türkü söylediğinizi biliyoruz, bunun dışında ilgilendiğiniz başka bir hobiniz var mı?

Müzikle ilgileniyorum, daha doğrusu halkla ilgileniyorum. Halk varsa güzel bir yaşam vardır; güzel yaşam varsa mutluluk vardır, özü bu. Halkın içinde müzik de var, eğlence de var. Müziği seviyorum. Bunun yanında bir sürü hobim var. Mesela marangozluğu çok seviyorum. El becerilerimi geliştirmeye çalışıyorum.

Doğada kullandığınız birçok aletin yanı sıra bir dağ evi ve kano yaptınız. Sırada ne var?

Proje bitmez bizde. Yapacak çok şey var. Şu anda dünyayı araştırarak, gezip öğrenerek anlatma projemiz var. İsmini de Ulak koyduk. Şubat ayında yayına başladı. Yerli, eski ata kültürlerini devam ettiren insanların içinde gördüğümüz değerlerini bulup çıkarıp anlatmaya çalışacağız. Ama hepsi yaşayarak, yaparak olacak; röportaj şeklinde değil. Ben de içlerine girip yaparak anlatmaya çalıştığım şeyler bunlar. Ki izleyen insanlara daha çok cesaret ve öz güven veriyor. Bu maksatla bu yöntemi seçtik.

Yurt içi ve dışında birçok yer gezdiniz? Sizi en çok nereler etkiledi?

Yeni Zelanda’nın güney adası çok güzeldi. Alaska, Kanada güzel. Memleketimiz çok güzel, Erzurum’u seviyorum. Doğu Karadeniz özellikle Kaçkar Dağları çok güzel. İç Anadolu’nun havasını, iklimini seviyorum. Malezya Borneosu gördüğüm en güzel ormanlardan. Arjantin Patagonyasını çok sevmiştim.

En son okuduğunuz kitap ve izlediğiniz filmi paylaşır mısınız?

Şu an elimde Şeref Taşlıova’nın Halk Hikayeleri diye derlenmiş bir kitabı var. Oğlu Mete Taşlıova bir arkadaşıyla birlikte derlemiş. Ona göz gezdiriyorum. Genelde tarih, edebiyat, kültür, coğrafya üzerine kitaplar okuyorum. En son gittiğim film de Çiçero oldu.

Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa Serdar Kılıç Doğadaki insan doğa