EYLÜL-EKİM 2020 / AYIN KONUĞU
“Hasat vakti coşkusunu ve harman yeri tecrübesini deneyimlemiş biriyim.”
Müzik hayatında 35. yılını geride bırakan, “özgün müzik” akınımın kurucularından Fatih KISAPARMAK’ı, ekranlarda görmesek de birçok alanda üretmeye devam ediyor. Türkülere gönül veren ve bu sevdasını gençlere aktarmada önemli çalışmalara imza atan Fatih KISAPARMAK’la müzik ve müzik dışında yaşam biçimi üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Öncellikle kendinizden söz edebilir misiniz? Çocukluğunuz, gençliğiniz nerede geçti? Hangi okulları bitirdiniz?
1961 yılında doğdum. Eğitimci bir ailenin evladıyım. Çocukluğum, ailemin mesleği ve tayinleri nedeniyle Elazığ, Tunceli, Amasya ve Edirne’de geçti. Gençlik yıllarımı ise Ankara, Bursa ve İstanbul’da yaşadım. Temel eğitim dönemimden itibaren, Ankara Devlet Konservatuvarı ve TRT Ankara Radyosunda müzik; Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde ise resim çalışmalarında bulundum. Ankara Deneme Lisesini bitirdim. Ardından Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ile İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine devam ettim. Lise döneminde Tasvir Gazetesi adına TBMM foto muhabirliği yaptım. Sonraki yıllarda da Varlık, Türk Edebiyatı, Bakır Maden, Günışığı gibi dergiler ve gazetelerde şiirlerim, röportajlarım, makalelerim yayımlandı. Yukarı Fırat Havzası’ndaki inceleme ve derlemelerimi topladığım “Dil Folkloru Açısından Harput Ağzı”, basılı ilk kitabımdır. Ayrıca, “Ve Ağır Sevdam” adını taşıyan bir de şiir kitabım bulunmakta. 1985 yılında besteci, söz yazarı ve yorumcu olarak profesyonel müzik yaşamına atıldım. İlk bireysel albümüm “Kilim” ile geniş kitlelere ulaşmak nasip oldu. Bu yolculuk, daha sonra ürettiğim 18 müzik albümüyle sürdü. Bu süreçte 300 civarında beste ve derleme yaptım. "Çağdaş Halk Müziği" kavramını, yıllar süren mücadele sonunda yaygın bir ekol haline getirmenin yanı sıra “Özgün Müzik” akımının kurucuları arasında da bulundum. TRT Türk Halk Müziği repertuvarı bakımından "türkü formunda beste" çığırının açılmasını sağlamak suretiyle geleneksel Anadolu müzik kültürünün genç kuşaklara aktarılmasına naçizane katkı sundum. Erzincan, Gölcük ve Pakistan depremzedeleri ile Zonguldak grizu faciasında hayatını kaybedenlerin yanı sıra Darülaceze, Unicef, Darüşşafaka vb. kurumlar yararına “Toplumsal Dayanışma Konserleri” düzenledim. Başta Türkiye olmak üzere ABD, Rusya, Almanya, Avusturya, İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika, İsveç, KKTC, Bosna, Venezuela, Kazakistan, Özbekistan ve Avustralya’da çok sayıda dinleti ve konser verdim. Çeşitli kurum ve kuruluşlardan birçok ödül aldım. Fırat Üniversitesi tarafından ise “Fahri Doktora” unvanı ile onurlandırıldım. Eşim Şebnem (Ergür) Kısaparmak ile 1991 yılında evlendim. Ozan ve Kaan adlı iki evlat babasıyım.
Müziğe ne zaman başladınız ve neden türküleri seçtiniz?
Profesyonel müzik hayatım 1985 yılında başladı. Bağlamayla tanışıklığım ise 1970 yılına dek uzanır. Türkülere gönül verdim. Çünkü türküler, ulusal kültürümüzün DNA'sı, kök hücresidir. Kültürel hücre çekirdeğimizin genetik şifrelerini taşırlar. Memleketin tapusudur onlar. Kimlik belgesidir halkımızın, parmak izidir. Sınır taşlarımızdır. Nerede türkü yakılıyor ve söyleniyorsa, orası Türkü Cumhuriyeti coğrafyamıza dahildir.
Hiç tarımla ilgili bir uğraşınız oldu mu? Ya da ailenizden dolayı toprakla uğraşma fırsatınız oldu mu? Tarım sizin için ne ifade ediyor?
Çocukluğumda, yaz tatillerinde Elazığ’daki dede köyümüze gittiğimiz zaman döven sürdüğümü hatırlıyorum. Hasat vakti coşkusunu ve harman yeri tecrübesini deneyimlemiş biriyim. Ağaçlardan elma, asmalardan üzüm toplama faaliyetine katıldığım da oldu. Bence yeniden ve giderek değeri anlaşılan tarım konusu, ülkemizin kader kavşağıdır. Karnı tok, sırtı pek bir ulus olmanın yolu tarımdan geçer. Biz, dünyayı bile doyurabilecek topraklara ve ürün çeşitliliğine sahibiz. Çiftçi bizim başımızın tâcıdır. Traktör, mazot, gübre, su ve tohum dendi mi elimizden geleni mutlaka yapmalıyız. El emeğinin, göz nurunun ve sabırla dökülen alın terinin kıymetini bilmeliyiz. Çekilen zahmetler ve harcanan emekler karşılıksız kalmamalı. Küresel ağaların tarımla ilgili sinsi ve sömürgeci oyunları bozulmalı, yeniden büyük Türkiye ideali mutlaka gerçekleştirilmeli.
İNSAN, DOĞANIN EFENDİSİ DEĞİL, SADECE BİR PARÇASI ASLINDA
Bildiğimiz kadarıyla İstanbul’da yaşıyorsunuz. İstanbul’un keşmekeşliğinden nasıl sıyrılıyorsunuz? Doğayla iç içe vakit geçirecek zamanlar yaratıyor musunuz kendinize?
Yazlıkta küçücük ve mütevazı bir bahçemiz var. Orayı her akşam suluyorum. Sularken de yalın ayakla toprağa, çimenlere, yoncalara basıyor ve çiçeklerle konuşuyorum. Bir de erik ağacımız var ki hayatta dikili tek ağacımız o! Kargalar başta olmak üzere kuşlarla paylaşıyoruz ürününü. İnsan, doğanın efendisi falan değil, sadece bir parçası aslında. Doğayla barışık insanlar, doğal ve sade olabilmeyi doğadan öğreniyorlar.
GELENEKSEL ANADOLU ÜRÜNLERİNDEN VAZGEÇMİYORUZ
Nasıl besleniyorsunuz? Örneğin organik beslenmeyi tercih ediyor musunuz?
Ailece en çok özen gösterdiğimiz konulardan biri bu. Maalesef her şeyin bozulduğu zor bir döneme rastladı ömrümüz. Çocukluk, hatta gençlik yıllarımızı arar hâle geldik. Fakat sağolsun Şebnem hanım çok bilinçli, bilgili ve farkındalığı yüksek bir insan. Sağlıklı ve hijyenik bir ortamda yaşatıyor bizi. Geleneksel Anadolu ürünlerinden ve anne sofrasından vazgeçmedik.
Şu an herhangi bir albüm ya da başka bir çalışma içerisinde misiniz? Türkülerin gelecek nesillere aktarılması adına hayata geçirmek istediğiniz projeleriniz var mı?
Bu yıl, profesyonel müzik hayatımın 35. senesi. Fakat pandemi ve benzeri durumlardan en erken ve fazla olumsuz etkilenen sektörlerin arasında maalesef bizim piyasamız da var. Halk konserleri sonlandı, kayıt stüdyoları nerdeyse kapılarına kilit vurdu. Her şeye rağmen bu süreçte bir hayli yeni beste yaptım, şiirler yazdım. Şerden hayır doğmasını ve daha güzel günlerin gelmesini umalım.
En son okuduğunuz kitap ve izlediğiniz film hangisidir?
En son, Ata Nirun’un “7 Mühür: Anadolu’nun Gizemli Kapıları” adlı kitabını okudum. Bu topraklar gerçekten sıra dışı ve Türkiye gizemlerle dolu bir ülke. En son izlediğim ise bir sinema filmi değil, ama Türk dizileri ortalamasının çok üzerinde olduğunu düşündüğüm bir yerli dizi: “Şahsiyet”.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Son söz olarak şunu söyleyebilirim. Tarımda, hayvancılıkta ve ormancılıkta kendi kendine yeten bir Türkiye, gelecek kuşaklar için yaşamsal önem taşımakta. Bunun için de üretim artırılıp verimlilik yükseltilmeli. Bilimsel ve teknolojik imkânlardan sonuna kadar yararlanılmalı. Geçimini topraktan sağlayanlar zenginleşmeli ki ülkemiz de refah yolunda dev adımlarla ilerlesin.