KASIM-ARALIK 2020 / AYIN KONUĞU
“Tarlada çalışarak Anadolu insanını daha yakından tanıdım”
Müzisyen bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi ve daha 5 yaşındayken albümler çıkarttı, sahneye çıktı. Ömrünü müziğe, türküye adamış Anadolu’nun tam da içinden çıkmış yanık sesli bir sanatçı. Eskilerin Emel Güney’i şimdilerin Emel Taşçıoğlu’su.
Kendisiyle yaptığımız sohbette de şahit olduk, o kadar içten, mütevazi ki tam da içimizden biri. Türk Halk Müziği’nin en önemli isimlerinden olan Emel Taşçıoğlu’yla çocukluk yıllarından, ailesinden, projelerine, yaşam tarzına kadar bir söyleşi gerçekleştirdik. Keyifli okumalar dileğiyle.
Müzik hayatınızda babanızın çok büyük katkısı var. Siz çok küçük yaşlarda sahneye çıktınız ve bir plak çıkarttınız. Bu hikâyeyi ve çocukluğunuzu okuyucularımıza anlatabilir misiniz?
Babam gençlik dönemlerinde sahnede farklı sanatçılara bağlama çalıyormuş. Anlayacağınız babam bir bağlama ustasıydı. Babam, Ankara’da yaşarken ve EGO’da çalıştığı dönemde iki ağabeyim daha sonra da ben dünyaya gelmişim. Büyük ağabeyim hep ritme meraklıydı; küçük ağabeyimde tef çalardı. Tabii babam kendi bağlama çaldığı için çocuklarımda müzik yeteneği var mı yok mu diye sürekli takipteydi. Babamın bana anlattığı ve bize tuttuğu defterde yazanlara göre ben iki yaşındayken ağladığım zamanlarda babam bağlama çalarmış ben de hemen susarmışım. Yine yürümeye başladığımda babama bağlamayı sürükleyerek getirip babama “na na çal” diyerek bağlama çalmasını istiyormuşum. Üç buçuk yaşlarında iken yavaş yavaş türkü okumaya başlamışım. Babam da bunun üzerine beni evde çalıştırmaya başlamış. Ve beş yaşına geldiğimde 80 tane türküyü ezbere biliyormuşum. Evimize eş, dost geldiğinde babam çalardı, ben türkü söylerdim. Büyük ağabeyim de darbuka çalar, küçük ağabeyim de kaşıkla eşlik ederdi. Böyle olunca eş dost babama hep “siz niye bir grup olarak sahneye çıkmıyorsunuz” derdi. Beş yaşındaydım ve eve her gelen türkü söylememi isterdi. O zamanlar bu durumdan sıkılırdım ama sonradan fark ettim ki ben bir yandan kitap okuyordum, bir yandan çekirdek çitliyordum, bir yandan da türkü söylüyordum. Yani türkü söylemek benim için nefes almak gibi bir şeydi. Bir şey konuşmak gibi o kadar doğal bir süreçti ki. Genlerden geldiği için bünyemde, ruhumda hep müzik vardı. Böyle olunca türkü söylemek bir iş gibi değil de kendiliğinden akıp giden bir şeydi benim için.
Bir gün EGO’da düzenlenen bir gecede babam bizi sahneye çıkartmaya karar verdi. Hem bizlere deneyim olması hem de halkın tepkisini görmek için. Sahne serüvenimiz başlamış oldu böylece. Tabii o günleri ben net olarak hatırlamıyorum ama babamın anlattıkları ve fotoğraflardan zihnimde o günlerin hep bir hatırası var. En önemli olaylardan biri de ben daha altı yaşındayken kırk beşlik plağımı yaptım, kaset yaptım. TRT’ye sık sık programlara davet edildim ve oralarda türküler söyledim. Dışarı çıktığımda herkes beni tanıyordu artık. Türkiye’nin ilk çocuk sanatçısıyım. On sene, ben 15 yaşına gelene kadar “Emel Güney ve Güney Kardeşler” grubu olarak çalışmalarımıza devam ettik. Babam hep derdi ki “sen genç kız olunca biz sahneleri bırakacağız.” Dediğini de yaptı 15 yaşıma geldiğimde sahneleri bıraktım.
ÖĞRETMENLİĞİ BIRAKMAK ZORUNDA KALDIM
Öğretmenlikten TRT yıllarına uzanan bir hikayeniz var. TRT’ye geçmeniz nasıl oldu anlatabilir misiniz?
Ben Gazi Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü’nü 1985 yılında bitirdim. Hedefim, idealim hep öğretmen olmaktı. Onu da başardım. Ankara’da öğretmen olarak çalışırken ilk çocuğum Nursel dünyaya geldi, diğer çocuğuma da hamileydim. Bir yandan küçük bir çocuğun bakımı bir yandan hamilelik süreci beni çok zorlamıştı. Çocuğuma bakabilmek için okul müdürüne rica ettim derslerimi peş peşe koyabilir misiniz diye. Fakat o programı ayarlamak yerine işimi daha da zorlaştırmıştı. Eşim istifa etmemi söyledi ancak ben istifa etmek istemiyordum. Çünkü sevdiğin bir meslekti öğretmenlik. O dönem TRT sınav açtı. Ben o sınava girmek istemesem de eşimin, anne ve babamın baskılarıyla sınava girdim, kazandım ve Ankara Radyosu’nda ses sanatçısı olarak çalışmaya başladım. Çok görünür olmak istemedim o yüzden televizyon programlarına katılmak istemedim. Rahmetli hocam Özay Gönlüm’ün benim hayatımda çok önemli yeri vardır. O bana hep kızardı, “senin yerinde bir başkası olsa nerelere gelirdi, niye kendini arka planda tutuyorsun” diye. Özay Gönlüm’ün bir televizyon programında üst üste solist olunca, insanlar hatırlamaya başladı. Acaba bu Emel Taşçıoğlu, Emel Güney mi demeye başladılar. Teklifler gelmeye başladı, uzun süre direndim ama sonra kendimi ve neye izin verip vermeyeceğimi bildikten sonra bana bir zarar gelmeyeceğini düşünerek bugünlere kadar geldim. Şu an gördüğüm saygı ve sevgiden dolayı o kadar mutluyum ki…
Şu an içinde olacağınız bir proje var mı ya da gelecek günlerde bir çalışmanız olacak mı albüm gibi?
Yakın zamanda bir sosyal sorumluluk projesi içinde oldum. Türkiye’deki kadın hekimlerle “Hekimler Söylüyor” adında bir proje. Bu albümün geliri tamamen sağlık ve eğitim için bağışlanacak. Bu kapsamda yapılan albüm için ben de bir türkü seslendirdim. Pandemi döneminde pek çok çalışmayı askıya almak zorunda kaldık. Albüm çalışmam vardı ama bu süreçle birlikte sekteye uğradı. Başladığım singlelar var, bunların sadece okumaları kaldı.
Çocuklarınızın müziğe ilgisi oldu mu? Çocuğunu müziğe yönlendirmek isteyen ailelere tavsiyeleriniz neler olabilir?
Kızımın 3-4 yaşlarındayken, radyoda çalan bir müziğin ikinci sesine eşlik ettiğini fark ettim. Bu yaştaki bir çocuğun bu sesi duyması onun yetenekli olduğunun bir göstergesiydi. Ama onu müziğe yönlendirmek istemedim. Çünkü Türkiye’de müzik sektörü allak bullak. Ama kızım ilkokulu bitirdiğinde ben konservatuar sınavlarına gireceğim dedi. Eşim de ben de başlarda istemedik. Müziği meslek olarak değil hobi olarak yapmasını istedik. Kızım sınava girdi, kazandı. Bende ömür boyu vicdan azabı çekmemek için onu okula gönderdim. Üniversite dâhil konservatuarı bitirdi piyanist olarak. Ama iş bulmakta zorlandı. Oğlum için de aynı şeyleri yaşadık. Tabii ki bir çocuk da sanatın herhangi bir dalına yeteneği varsa aileler engel olmasın. Sanatın herhangi bir dalıyla ilgilenen çocukların hem sosyal yönü gelişir hem zekâsı gelişir.
“EVDE EKMEK YAPMAYA BAŞLADIM”
Pandemi sürecinde beslenme alışkanlıklarınızda değişikliğe gittiniz mi? Bu sürecin size etkisi nasıl oldu?
Biz toplum olarak mutfaktan çıkamayız. Yemek pişirmek, ocakların yanması Anadolu’nun ta kendisidir aslında. Bizim evde de öyledir. Pandeminin ilk zamanlarında o kadar tedirgin olduk ki hiç dışarı çıkmadık. Evdeki malzemelerle idare ettik. Evde ekmek yapmaya başladım. Ama ilginçtir ki biz kilo almak yerine kilo vermeye başladık. Bundan sonra pandemi süreci bitse bile evde ekmek yapmaya devam etmeye karar verdim.
“MERCİMEK YOLDUM KASNAK KESTİM”
Nasıl bir yaşam tarzınız var? Ankara’da mı yaşıyorsunuz? Nasıl bir evde yaşıyorsunuz? Mesela yoğurdunuzu, ekmeğinizi kendiniz mi yaparsınız? Aldığınız ürünlerin organik ürünler olmasını tercih eder misiniz?
Bulabildiğim sürece organik ürünler almaya çalışıyorum. Benim evim müstakil. Bahçemde domatesimi, biberimi, taze soğanımı, maydanozumu kendim yetiştirmeye çalışıyorum. Organik ürünleri almaya gayret ediyorum ama çok da mümkün olamıyor tabii. Köylerden, bu işi yapanlardan tohum bulmaya çalışıyorum. Yakın zamanda bir yerden domates tohumu geldi. Tohumları şubat gibi fidelemeye başlayacağım. Bu işlerle uğraşmak da çok zevkli. Toprakla uğraşmak kadar güzel bir şey yok. Çocukluk döneminde bahçemizde tavuk beslerdik. Babam emekli olduğunda Kırşehir’in Mucur ilçesinde bir ev yaptırdı. Onun bahçesini ekip diktiler. Oraya gidip geldikçe onun keyfini hep yaşadık. Yine annemin köyüne gidip geldik köyle bağlantımızı hiç koparmadık. Lise yıllarımın bir kısmını Mucur’da okudum. O dönemde oradaki insanlar nohut, mercimek toplamaya gidiyorlardı. Onların yaşantısını anlamak istedim, bunun da en güzel yolunun onlarla birlikte tarlaya gitmek olduğunu düşündüm. Ve sabah erkenden güneş batana kadar onlarla birlikte mercimek yolduğumu biliyorum. Çiftçiliğin, emekçiliğin ne kadar zor olduğunu gördüm. Bunu yaşamam lazımdı. Çünkü türkü okuyorsanız Anadolu insanını çok iyi tanımanız gerekir. Bunun yolu da yaşayarak öğrenmekten geçer. Ayağıma şalvar geçirip kasnak kestim. O 1,5-2 sene boyunca oraya dair ne varsa yapmaya ve öğrenmeye çalıştım. Bunların benim hayatıma çok ciddi katkıları oldu.
Mutfak alışverişini kendiniz mi yapıyorsunuz? Alışveriş yaparken nelere dikkat edersiniz?
Normalde kendim yapardım. Pazarı gitmeyi her zaman tercih ederim. Pazardan alışveriş yapmak her zaman bir market alışverişinden daha güzel, doğal gelmiştir. Ama pandemi süreciyle birlikte pazara gidemiyorum. Çok özledim pazara gitmeyi.
SAHNE KIYAFETLERİMİ KENDİM DİKİYORUM
Zaman zaman doğayla baş başa kalmak için yürüyüşler yapıyor musunuz? Yoğun programlarınız arasında spora vakit ayırabiliyor musunuz?
Kızım konservatuara başladığında ders çalışırken gürültü oluştuğundan komşuları rahatsız etmemek için müstakil bir eve taşındık. İyi ki de çıkmışız. Pandemi döneminde böyle bir evde yaşamak çok avantajlı oldu. Tabii spor çok önemli ama çok spor yapamıyorum. Pandemi öncesinde kızımla yürüyüş yapıyorduk. Ben ev kadınlığını çok seviyorum. Kendime o kadar çok meşgale buluyorum ki. Mesela dikiş dikiyorum. Sahne kıyafetlerimi kendim dikiyorum. Yapboz yapıyorum, kitap okuyorum… Bütün gün spor gibi geçiyor aslında.
Bütün konuklarımıza sorduğumuz soruyla röportajı sonlandırmak istiyorum. En son izlediğiniz film ve okuduğunuz kitap hangisidir?
Pandemi öncesinde sinemada Ayla filmini izlemiştim. Çok farklı kitapları okumaya çalışıyorum. Yeter ki kitap olsun. Zülfü Livaneli, Gülseren Buğdaycıoğlu, Ayşe Kulin, Haruki Murakami, Sarah Jio’nun kitaplarını okumayı çok seviyorum.