OCAK-ŞUBAT 2021 / YAPRAK

Tarım ve çevresel denge


Günay GÜNER    

15.01.2021 


İçinden geçmekte olduğumuz salgın koşulları, yaşamın nelere bağlı bulunduğunu, hangi yanlışların nelere mal olabileceğini, neyi, ne zaman, ne düzeyde yapmak, neleri asla yapmamak gerektiğini yakıcı biçimde bir kez daha gösteriyor.

Tarım insanlığın, toplumların iyi beslenme hakkını simgeler. Her alan gibi, belki de onlardan çok planlama işidir. Doğa şartlarına bağlı/bağımlı oluşu planlama zorunluluğunu daha da artıran bir etkendir.  En az gelecek 5 yıl, üretilecek (gereksinim duyulan) ürünler, yerler, üretim, bakım, finansman, destekleme, sektörler bazında kooperatifleşme, taşıma, depolama, koruma, tüketim, yeniden üretim… yönlerinden planlanır; planlar alt programlara bağlanır. Sürecin tümünün bilimsel ilerlemelerle, teknolojik gelişmelerle koşutluğu sağlanır.
 
Hiç kuşku yok ki yerküre bilinçsiz sanayileşmenin, endüstri çağının olumsuz etkilerinden yaralı durumdadır. Sorunun ağırlığı yeni yeni algılanmaya başlandı. Tarım sonuçta doğa ve çevre konusudur ve olumsuzluktan doğrudan etkilenir. Yalnızca tarım da değil, doğa bir bütün olarak asla bozulmaması gereken dengedir. Bir kelebeğin, bir yaprağın, bir böceğin, bir türün, balığın… eksilmesi ya da aşırı artışı dengeyi şiddetli yansımalara neden olabilen biçimde bozar. Dünyanın birçok yerinde örnekleri yaşandı, yaşanıyor. Çin’in Sarı Nehri (tarihte Altın Nehir diye de anılır) yağışlarla kıyılarının derinliklerinden sökülüp gelen, rengini de belirleyen toprak yitimi (erozyon) sorununa karşı, bir Avrupa ülkesi büyüklüğündeki alanda geniş taraçalandırma, bitkilendirme, ağaçlandırma çalışmalarıyla önlem geliştirdi. Birleşmiş Milletler’in de desteklediği, gözlemlediği bu çabalar başarı sağladı. Birçok örnek var. Amerika Birleşik Devletleri’nin Washington bölgesinde orcaların (yanlış bir adlandırmayla katil balina) sayılarının yetmişli sayılara kadar neden düştüğü üzerine araştırmalar, balinaların beslendiği kral somonların aşırı avlanma sonucunda azalmaları gerçeğini ortaya çıkarır. Somonlar nehirde yumurtlamaktadır ve nehre baraj kurulmuş, su azalmıştır. Yaşam alanı (habitat) neredeyse ortadan kaldırılmıştır. Baraj yıkılır. Somonlar yurtlarına geri döner, doğa dengesine doğru koşuya başlar, canlanır. 
 
Kutuplardaki buzul çözülmelerinin, kutup canlılarının, vahşi yaşamının daralmasının dünyanın her yerini etkilediğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Balinalardan söz etmişken, yakın tarihteki aşırı avlanmalarıyla nasıl da yok edildikleri bilinen gerçektir; foklar da bizonlar da geyikler de diğer canlılar da… İnsanın gerçekten ağıt yakası geliyor. 
 
Tarımsal alanda bakım, geliştirme için bilinçsiz, aşırı kullanılan ilaçlar ve benzer maddeler, böcekleri, dizge (sistem) içindeki başka canlıları, mikroskobik ilişkileri yok ederek, olumsuzluğu dönüp tarımı da vuracak olan doğa tahribatlarına neden olmaktadır. Yine bir örnek: Ateşböceklerini kim bilmez, değil mi? Ne var ki gelecek kuşakların bileceği epey kuşkulu. İki binden fazla türe sahip ateşböceklerinin soyları, böcek ilacı kullanımı, çiftlikler kurma, su ürünleri yetiştiriciliği alanları, yaşam ortamları olan ağaçlık, ormanlık alanların azaltılması ve çiftleşmeleri için çok önemli olan kentlerin oluşturduğu “ışık kirliliği” yüzünden hızla azalıyor. Oysa dünyamızı güzelleştiren ne güzel canlılardır onlar…
      
Ya güzelim kuşlar?.. Onlar olmadan tohumların kilometrelerce uzağa taşınabilmesi düşünülebilir mi? Hoş seslerinden, rengârenk tüylerinden, özgür kanatlarından yoksun bir dünya yaşanılası mıdır? Söz konusu ettiğimiz bu canlıları ses kirliliğinin ise ne denli huzursuz ettiğinin bilindiğini sanmıyoruz.

Haber Görseli

Hep yazarız, söyleriz “sürdürülebilirlik” diye. Ne tarım ne de başka yaşamsal bir iş bir kereliğine, beş kereliğine yapılır. Sağlıklı koşullar içinde yeniden yeniden yapılabilmelidir ki gerçek ve derinlikli amacına ulaşabilsin. “Yapay çevre” mutlaka “doğal çevre” bozulmadan, doğal ilişkiler sonuna kadar gözetilerek düzenlenmelidir. Tersi, küçük hesaptır, yarın o hesabı yapanı da vurur. Bilimin mutlak yol göstericiliğine değinmiştik, fizik-kimya dinamikleri enerjinin korunumuna dayanır ve termodinamiğin yasaları diye geçer. Düzensizlik ile sıcaklık söz konusudur. Enerji yok almaz, değişir. Madde basıncın, yükün tersine bir yönde davranır. Bu hareket ısı oluşturur. Ekosistemler bu yasaların etkileri gözetilerek işlenmelidir, düzenlenmelidir. 
 
Anadolu ve Mezopotamya uygarlıkları doğayla barışık yöntemler geliştirmişlerdir. Meralar belirlemiş, doğayı korumuş, hayvancılıkta gelenek ve kurallar, bilgi oluşturmuşlardır. Ne zaman ki endüstrileşme ve nüfus artışı yaşanmış, doğanın ve tarımın bozuluşu da başlamıştır. Bir yandan doğanın vazgeçilmez alanları (orman, su, toprak) ticaretin konusuna dönüştürülürken, tarımsal alanların yapılaşmaya açıldığı, tarımın aktörleri kır üreticilerinin köylerinden koptuğu, kentlere, hatta başka ülkelere savrulduğu koşullara gelinmiştir. Etkiler bununla da kalmamış, aşırı ilaçlama (hatta genel anlamda pestisit sorunu), yapay gübreleme yaygınlaşmış, biyolojik çeşitlilik azalmış, toprak zayıflamış, yer altı-yer üstü su kaynakları azalmış, mülkiyet ilişkileri bozulmuş, küresel iklim değişikliği ve küresel ısınma meydana gelmiş, denizler, göller, ırmaklar sanayi ve kent atıklarıyla kirletilmiş, tarımsal fiyat dalgalanmaları, enflasyon, gen, açlık, yetersiz beslenme gibi sorunlarla yüz yüze kalınmıştır.  Ne ilginçtir ki yitirilen doğal tarım ve beslenme biçimi, organik tarım adıyla yeniden gündeme gelmiştir. 
 
Kullanılan tüm kimyasallar olarak pestisit sorunu çok önemlidir. Olumsuz etkilemediği hiçbir doğa birimi yoktur demek hiç yanlış olmaz. Yer altı-yer üstü su kaynakları, balıklar, kanatlı, büyükbaş, küçükbaş hayvanlar, arılar, böcekler, kuşlar… Tükettiği besinler yoluyla pestisitlerin etkilerinden insanların da zarar gördüğü açıktır.
 
Dünyada çevre sorunlarıyla ilgili, yavaş da olsa bir bilinçlenmeden söz edilebilir. İsveçli genç Greta Thunberg’in daha çocuk yaşta çevre sorunları, iklim değişikliği sorunlarının çözümlenmeyişini protesto etmesi, bu sorunlarla ilgili duyarlık geliştirmeye çalışması çarpıcı bir örnektir. Thunberg ve benzeri gençlerin yaklaşımları, simgesel bile olsa önemlidir. 
   
Tarımsal üretimin amacı olan sağlıklı gıda güvencesi her şeyden önce bir insan hakkı olduğu gibi, dengeli, uyumlu, sağlıklı, tüm canlılara olabildiğince yaşam olanağı sunan bir çevrede yaşamak da temel insan hakkıdır. Uygar ülkelerin anayasalarında güvence altına alınmış bu hakkın sürdürülebilir kılınması gerekir. 
 
2040’lı yılara doğru Mars’a insanlı gidişin planları ve çalışmaları yapılırken üst düzeyde sorun olarak orada tarımın nasıl yapılacağı, insanların nasıl besleneceği irdelenmektedir. Tarımsız bir yaşam düşünülemez, nerede olunursa olunsun. Ne var ki doğa dengelerine özen gösterilmezse, insanlık aynı zihniyetle davranmayı sürdürürse, söz gelimi bir beş bin yıl sonra başka gezegen aranması gerekebilir!..  
 
Kızılderili şefinin söylediği gibi insanlığın, paranın, taşın, altının, otomobilin, yatın, kotranın… yenemeyeceğini çok iyi anlaması, yaşam biçimini buna göre değiştirmesi, değiştirmeye istekli olmayanları baskılaması gerekiyor. Bu bir zorunluluk.

tarım