MART-NİSAN 2021 / YAPRAK

Su ve Kuraklık


Günay GÜNER    

26.03.2021 


Su, canlı yaşamının vazgeçilmezlerindendir. Su olmadan yaşam olmaz. Evrende dünya benzeri gezegen arayışında bile aranan temel madde sudur. Su var mı yok mu? Bütün sorun bu! Dünyamızın büyük bölümü sudan oluşsa da bu büyük oran tuzlu su, deniz olduğundan (ki denizler, okyanuslar başka yönlerden yaşamı destekler), tatlı su kaynakları çok sınırlıdır. Tatlı su kaynaklarının önemli bir bölümünün yer altında bulunduğu da unutulmamalıdır. Dolayısıyla, bir ülkenin, coğrafyanın su zengini ya da su yoksulu biçiminde belirlenmesi, söz konusu bilgiyle birlikte değerlendirilmelidir. Kaldı ki su akıp gidiyorsa, değerlendirilemiyorsa da zengin-yoksul belirlemesi yine anlamsızlaşır ya da fazla anlam ifade etmez. (Konunun, burada girmemiz gerekmeyen strateji, nüfus artışı ve maliyet boyutunu da belleğimizde tutmalıyız). “Hayat için en temel unsurlardan birisi olan su, dünya yüzeyinin yüzde 71’ini kaplamakla beraber bu miktarın sadece yüzde 2,5’i içilebilir niteliktedir. Su tüketimi çok hızlı bir şekilde artarken dünyada çevre kirliliği ve sanayileşmeden dolayı temiz su kaynakları hızla azalmaktadır. Kişi başına düşen su miktarı 1950 yılında 16 bin 800 m3 iken, dünya nüfusunun yaklaşık 8 milyarı bulmasının beklendiği 2025 yılında ise kişi başına su miktarı yaklaşık 4 bin 800 m3e düşeceği tahmin edilmektedir. Su tüketimi ise 2025 yılında tarımda yüzde 17, sanayide yüzde 20 ve evsel tüketimde yüzde 70 daha artacaktır” (On Birinci Kalkınma Planı 2019-2023 “Tarımda Toprak ve Suyun Sürdürülebilir Kullanımı”, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, T.C. Kalkınma Bakanlığı Yay., 2018, s. 4).

Yine yaşamın bir diğer vazgeçilmezi olan tarımın ana gereksinimi sudur. Tarımın, genel anlamda ise doğanın su ile ilişkisi bir döngüyle ilgilidir. O döngüdür ki yapılabilecek milim müdahale neredeyse onarılmaz yıkımlara yol açar. Duyarlı dengedir sözünü ettiğimiz. Buna felsefe demek de yanlış olmaz. Hayvanıyla, bitkisiyle, börtüsü böceğiyle derin bir bilgidir, insandan bakarsak bilgi sevgisidir. Kâr hırsına, açgözlülüğe, aymazlığa gelmez. (Erdemli insan ne için yaşar ki? Yaşamı anlamlı kılan nedir?) 
 
Peki, dokunulmaması gereken doğal dengeyi neler bozmaktadır? Gezegene yıkım getiren müdahaleler dizisinin sorumluluk sıralamasında ilk sırayı, ağır sanayi ülkeleri diye bilinen ülkelerin kural tanımaz ve aymazca uygulamaları almaktadır. Sanayileşmiş devletlerin atmosferimize uzattıkları fabrika bacalarından salınan zararlı gazlar, kanser başta olmak üzere birçok hastalığa neden olduğu gibi, Dünya’yı çepeçevre saran bir sera etkisi yarattı. Bu olay, sera gazı salınımı (emisyonu) biçiminde kavramlaştırıldı. Bir anlamda şu demek: Atmosfer ile dış uzay arasındaki olumlu, koruyucu alışveriş büyük ölçüde kesildi. Belli bir ısıda yaşamını sürdürmesi gereken Dünya’da küresel ortalama sıcaklık arttı. Bu insanlığı hançerlemekten farksızdı; çok geçmedi, zincirleme tepkiler (reaksiyonlar) art arda gelmeye başladı. Buzullar eriyor, tükeniyor, büyük kütleler halinde kopup denize iniyor. Bu erime yakın gelecekte denizleri, okyanusları en az 1 metre yükseltecek (Galip Akın, “Yüzyılımızın Temel Sorunlarından Biri: Buzulların Erimesi”, Antropoloji, 2013). Bu ısınmayla birlikte artık yumuşak ısı geçişleri kalmadığından, yağış, yağmur, kar neredeyse yok. Yağdığında da kuru toprak üzerinde seller, kısa süreli ama şiddetli yağış yaşanıyor. Bu ısınma kuraklık, deyim yerindeyse kavrulmak demek, yağışsızlık demek. Geniş çaplı önlemler alınmazsa bu olumsuz gidişin düzeleceği, durumun geçici olduğu sanılmasın. Yük çok ağırdır; açlıktır, sosyal patlamalardır… Olayın hafifsenecek, küçültülecek, önemsizleştirilecek yanı yoktur. Bugünkü sapma çok önemli bir sorundur. Kuraklık tarımsal üretimi düşürür, gıda fiyatlarını yükseltir. Dünya ölçeğinde 1 milyarın üzerindeki aç insan sayısını daha da çoğaltır. İnsanlık krizidir söz konusu olan. 
 
Bu nedenle, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne (UNFCCC) üye olan ülkeler, sanayi öncesi dönemlerinden bu yana devam etmekte olan küresel ortalama sıcaklık artışını 2 °C'nin altına düşürmeyi benimsediler. Ayrıca Kyoto Sözleşmesi’ni birçok devlet imzalamakla birlikte, imzalamayan devlet ve imzaladığı halde uygulamaktan kaçınan devletler vardır. Sözleşmeyi başta sanayileşmiş, dolayısıyla atmosferi en çok kirleten, bozan devletler olmak üzere tüm devletler imzalamalı ve sözleşme maddelerini kesinlikle uygulamalıdır. Konuyla ilgili başka birçok sözleşme metni belirlenmiş, kararlar alınmış bulunmasına karşın, bir türlü gereken ölçüde uygulanmamıştır. Oysa enerji kaynakları (fosil yakıtlar) denetimli kullanılmalı, sınırlamalar getirilmelidir. Tarımsal alanların yapılaşması, azalması ve ormanların aşındırılması engellenmelidir. Her tür atık, özellikle de nükleer ve doğada çözülmesi güç atık denetim altına alınmalıdır. Denizlerin, okyanusların, ırmakların, göllerin kirletilmesinin önüne geçilmelidir. İçme suyu havzalarının ortadan kalkmasına, kirletilmesine meydan verilmemelidir. Bireysel benzin tüketimini sınırlayarak, toplu taşımaya, özellikle gelişmekte olan ülkelerde önem verilmelidir. Yağış sağlanması amacıyla bilimsel yöntemler değerlendirilmeli, örneğin “yağmur bombası” yöntemi kullanılmalıdır. Deniz suyunun arıtılıp dönüştürülmesi de hiç yabana atılmaması gereken bir yöntemdir. Bu önlemler ülkelerin devlet bütçelerine oranla büyük maliyetler gerektirmez, silahlanma, askeri harcamalar daha fazla harcama konusu olabilmektedir. Avrupa Birliği (AB) üyesi devletler bazı önlemlerde anlaştı ve geleceğe dönük sera gazı salınım oranlarını düşürmek yönünde hedefler belirledilerse de 2020 için belirlenen hedeflere bile ulaşılıp ulaşılmadığı tartışmalıdır. Fosil yakıtlar alanındaki dünya tekellerinin ve oligopolünün kâr amacı, sorunun çözümü önündeki başlıca engellerdendir. Tüm devletler eş zamanlı hareket etmezse başarı olanağı zayıflar. Çünkü sorun küreseldir, uluslararasıdır.   
      
Türkiye’de hiçbir noktada, “yüzey sulama” diye anılan yöntemler uygulanmamalı, Türkiye tarımının gündeminden tümüyle çıkarılmalıdır. Suyun yarısının yararsız biçimde akıp gittiği bu uygulama kolaycılıktan kaynaklanmakta ve büyük su savurganlığına neden olmaktadır. İdeal olan ve uygulanması gereken yöntemler, uzman çevrelerde yaygın olarak benimsendiği gibi “yağmurlama”, “mini spring”, “toprak altı”, özellikle de “damla” sulama yöntemidir. 
 
Birinci Kalkınma Planı 2019-2023 ilgili Özel İhtisas Komisyonu Raporu’nda önemli bilimsel bilgiler vurgulanmıştır: “Sulanan alanlarda drenaj, toprak ve su kaynaklarının korunması açısından büyük önem taşımaktadır. Sulama kültürünün gelişmediği ve doğal drenajın bulunmadığı sulama şebekelerinde aşırı sulama suyu kullanımları taban suyu seviyesinin yükselmesi ve tuzlanma ile birlikte tarım topraklarını tehdit etmektedir. (...) Sulamaya açılan alanların büyük bir kısmında hâlâ geleneksel yüzey sulama yöntemlerinin uygulandığı görülmektedir. Salma, tava ve karık sulama yöntemleri ile sulanan alanlarda yaşanan çok düşük su uygulama randımanları nedeniyle su kaynakları etkin kullanılamamakta ve çevresel problemlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Yüzey sulama yöntemlerinin seçimi, sulama şebekesinin altyapı yetersizliği, çiftçi alışkanlıklarının değişmesinde eğitim ve yayım faaliyetlerinin tek başına yeterli olmaması, ekonomik nedenler veya su kullanıcılarının tarımsal uygulamalarda tercihini geleneksel yöntemlerden yana kullanmasından kaynaklanmaktadır. Desteklere ve yayım çalışmalarına rağmen damla sulama yapılırken bile toprakta göllendirme yapılmakta, fertigasyon gibi suyun ve gübrenin birlikte kullanılabildiği yöntemlerden yeterince yararlanılmamaktadır. (…) Günümüz koşullarında, gerekli teknik, ekonomik ve sosyal koşulların karşılanması durumunda basınçlı sulama sistemlerinin ve sulama yöntemlerinin, suyun en etkin bir şekilde kullanılmasına olanak veren, uzun vadede ölçülebilen ya da ölçülemeyen en yüksek ekonomik ve sosyal faydayı sağlayan uygulamalar olduğu görülmektedir. Özellikle suyun tarla başına getirilmesinin pompaj üniteleriyle sağlandığı sulama sistemlerinin borulu sulama sistemlerine dönüştürülmesi, basınçlı sulama yöntemleriyle sulamanın sağlanması ve su ölçüm tesislerinin kurulması en öncelikli konulardan birisi olmalıdır” (Tarımda Toprak ve Suyun Sürdürülebilir Kullanımı, s. 23, 24). Anlaşıldığı gibi sorunlar ve çözüm yolları devletimiz belgelerinde de kayıtlanmakta ve yer almaktadır. Açıktır ki su yönetimi, toprak kullanımına da bağlıdır. İki unsurun yönetimi birliktedir. Sektörler için etkili güç olan su ve toprak kaynaklarının, çevreyle uyumlu ve bütünleşmiş yönetimi, sürdürülebilir kalkınmanın temellerindendir. Sorun evrensel bir sorundur. Su tükenirse sulamadan da yaşamdan da tasarruf edilecek sudan da söz edilemez. Uzaydan da ne güzel görünür mavi Dünyamız. Soluksuzca döner durur…  Yurdumuzdur gezegenimiz. Ne var ki asıl korumazsak, bilinçle davranmazsak soluksuz kalacak Dünyamız. O soluksuz kalırsa, biz n’oluruz?..

Su Kuraklık