MAYIS-HAZİRAN 2021 / KAPAK KONUSU
Tarım ve gıda alanında kullanılan teknolojinin %70’i TAGEM tarafından üretiliyor
TAGEM tarafından, üretimde verim, kalite, sürdürülebilir bir tarım, gıda güvenliği gibi birçok alanda araştırma ve geliştirme yolu ile yeni bilgiler üretme, mevcut bilgiyi geliştirme ve ürettiği bilgiyi nihai kullanıcıların hizmetine sunmak için AR-GE ve inovasyon çalışmaları yapılıyor. Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğünün bu alanda yürüttüğü çalışmaları Genel Müdür Dr. Nevzat BİRİŞİK dergimiz okuyucuları için değerlendirdi.
Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) olarak araştırma ve geliştirme faaliyetlerinizden, yaratıcı fikir ve buluşların uygulanması, ekonomiye kazandırılması konusunda yaptığınız çalışmalar hakkında bilgi verebilir misiniz?
TAGEM olarak biz Türkiye’deki en büyük ve en yaygın araştırma kurumuyuz. Burada araştırma fikirleri iki şekilde gelişiyor: Birinci olarak araştırma dünyasında upstream denilen bir olgu var. Araştırma fikri araştırıcıdan çıkar, o sahada çalışır, boşluğu görür onu projelendirerek sunar. Sonra fonlayıcı kuruluş ona "evet" der ve fonlar. TÜBİTAK, üniversiteler ve bizim enstitülerimiz de bu sistemle çalışır. Bir de downstream denen bir olgu var. İlgili kurum kendi AR-GE ihtiyacını belirler. Bunu AR-GE yapacak kişilere çağrı ile bildirir. Örneğin savunma sanayi böyle çalışır. TAGEM olarak bizde her iki sistem de var. Projelerimizin yüzde 60 kadarı araştırmacılarımızın kendi özgün fikri ile gelişir. TAGEM 48 araştırma enstitüsü ve 24’ü de yetkilendirdiğimiz araştırma birimimiz olmak üzere toplam 72 kurumda 3 bine yakın araştırmacı ile çalışmalarını yürütüyor.
EKONOMİYE YILLIK 32 MİLYAR TL DOLAYLI KATKI SAĞLANIYOR
Türkiye’de tarım ve gıda alanında kullanılan teknolojinin yüzde 70’i TAGEM tarafından üretilmiştir. Ancak tüketici bunu çok bilemez. Örneğin, marketten gidip yumurta veya bal alırsınız. Bunları alırken ticari firmaları görürsünüz. Halbuki o tavuğun damızlığı veya balın ana arısını biz üretmişizdir. TAGEM yılda yaklaşık bir milyar TL kaynak kullanan, 200 bin dekar arazisi olan, 7 bin tam zamanlı çalışanı, 65 ilde operasyonel kabiliyeti olan ve bünyesinde 110 yaşında enstitüler barındıran bir kuruluştur. Bu yönüyle yıllık ekonomiye sağladığı doğrudan değer 4,2 milyar TL'dir. 32 milyar TL de dolaylı ekonomik değer katkısı vardır.
YÖK’ÜN EN BÜYÜK PARTNERİYİZ
Üniversiteler, diğer bilimsel kuruluşlar ve özel sektörle yapılan belli başlı iş birlikleriniz nelerdir? Bu iş birliklerinden nasıl kazanımlar sağlanmaktadır?
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı (YÖK) ile yapmış olduğumuz protokolle, tüm üniversitelerle çalışmaktayız. 520 arkadaşımız üniversitelerde fiilen yüksek lisans veya doktora yapıyor. 90 araştırmacımız üniversitelerde ders veriyor. Türkiye’deki 172 üniversite ile de ortak proje yürütüyoruz. Dolayısıyla YÖK’ün en büyük partneriyiz. TÜBİTAK ile protokolümüz kapsamında da enstitülerimiz TÜBİTAK enstitüleri ile birlikte AR-GE yapıyor. TÜBİTAK’ın tarım ve gıda ile ilgili çıktığı çağrıları ve projeleri birlikte belirlemekteyiz. TÜBİTAK’ın fonladığı proje sayısı itibarıyla da birinci sıradayız. Aynı zamanda AR-GE yapma kabiliyetine sahip ya da AR-GE ihtiyacı olan diğer kamu kurumları ile de çalışıyoruz.
AB’DE EN ÇOK PROJESİ OLAN KURUMUZ
Yıllık ortalama 2 bin proje portföyümüz bulunmaktadır. Bunun 1400 tanesi TAGEM projesi, 600 tanesi de özel sektör, üniversite ve diğer bileşenlerle birlikte oluşturduğumuz projelerdir. Biz ayrıca Genel Müdürlük olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde en çok projesi olan kurumuyuz. Kaynak olarak bizden daha fazla kaynağa sahip sağlık ve savunma alanındaki kurumlar var. Diğer taraftan küresel araştırma fonu var CGIAR (Consultative Group on International Agricultural. Research-Uluslararası Tarımsal Araştırma Danışma Grubu) bu küresel ölçekte tarım ve gıda AR-GE’si yapan sistem. 14 tane küresel enstitü var ve bir milyar dolar da kaynakları var. Türkiye bu sistemde bölgesindeki 17 ülke adına TAGEM tarafından temsil ediliyor. CGIAR sistemi ile de yaklaşık 12 proje yürüten bir Genel Müdürlüğüz.
Haber Görseli
Dr. Nevzat BİRİŞİK Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürü
ELEKTRİKLİ TRAKTÖR YÜRÜYEN BİR ENERJİ DEPOSU VE İŞ PLATFORMU
Yerli ve milli imkânlarla geliştirilen elektrikli traktörle ilgili neler söylersiniz? Bu traktör hangi yönleriyle ön plana çıkmaktadır? Elektrikli traktör gibi ön plana çıkan makineler var mı?
Elektrikli traktör genellikle şöyle anlaşılıyor: günümüzde kullanımda olan konvansiyonel traktörün içerisindeki dizel motor yerine, elektrikli bir motor ilave edildi ve mevcut traktör elektrikli traktör oldu.
Elektrikli traktör bunun dışında yürüyen bir enerji deposu. Şöyle düşünelim: elektrikli traktör günde kabaca 8 saat çalışacak şekilde planlanıyor, üzerinde 15 KW elektrik üreten batarya var. Belki traktör tüm gün çalışmayacak ve bu çalışmadığı zaman da traktörü bir elektrik kaynağı olarak kullanabileceksiniz. Evinizin veya başka bir makinenin ihtiyacı olan elektriği oradan çekeceksiniz. Şu anda tip onay belgesi almış ilk traktör olacak.
Hâlihazırda traktörümüz üretildi ve testleri devam ediyor. Oldukça yüksek bir performans ve güç üretmekte. Büyük ihtimalle haziran ayında lansmanı yapılacak ve ticarete konu edilecek. Bu elektrikli traktörün normal traktörden bir farkı da şu: bu öğrenebilen iş platformu. Örneğin siz yürürken arazide ne kadar bir mesafe kat ettiğinizi, ne kadar alanı ilaçladığınızı veya sürdüğünüzü, ne kadar gübre attığınızı, toprak ısısının ve neminin ne olduğunu, sizin hangi tarihlerde hangi parselde bulunduğunuz gibi verileri alacak ve bünyesinde barındıracak. Dolayısıyla elektrikli traktör sadece elektrik enerjisi kullanan bir traktör değil, bir iş makinesi, bir enerji platformu, yürüyen bir enerji depolama sistemi olacak.
Tarım makineleri alanındaki diğer başlıca projelerimize örnek verecek olursak: Mobil Sistem Silaj Balya ve Paketleme Makinesi seri üretime geçti. 6 sıralı şeritvari toprak işleme makinası tasarımı ve prototip imalatı gerçekleştirildi. Küçükbaş hayvan sağımında Gezen Hibrit Sağımcı makinesi ile elektriği olmayan alanlarda sulama yapabilecek, taşınabilir “Mobil Güneş Pilli Sulama Makinesi” geliştirilip patenti alındı.
TARIMDA TEKNOLOJİYE YATIRIM YAPIYORUZ
Yenilikçi teknolojiler, yapay zekâ, hassas tarım ve tarımda robotik uygulamalar son yıllarda önemi artan konular. Bu konuda ne tür çalışmalar yapmaktasınız? Projelere destekleriniz ne boyutta? Teknolojik gelişmeleri düşündüğünüzde tarımın geleceği ile ilgili bir resim çizseniz neler söylemek istersiniz?
Genel olarak Türk tarımında verimin oldukça yüksek olduğu inancındayız. Şöyle bir örnek verelim: dekara 400 - 500 kilogram buğday, 2 tona yakın mısır, 500 kilogram pamuk, dört ton elma vs. aldığımız bir üretim sisteminde dekara verim oldukça yüksek demektir. Ama burada maliyetleri düşürmemiz, kayıpları azaltmamız ve kaliteyi yükseltmemiz gerekiyor. Bu nasıl mümkün olacak? İnsanın beş duyusunun görebildiği kayıp ve kaçağı zaten engelleyebiliyorsunuz. Ama insan duyularının görmediği kayıp ve kaçak ne olacak? Örneğin, süt sağarken insan eli ne kadar somatik hücreyi çektiğini bilemez ya da süt sağan bir kadın sütün içinde ne kadar antibiyotik olduğunu ölçemez. Bunun için de tarım robotları, hassas tarım teknolojisine uygun doğrudan ekim aletleri, mibzerlerin üzerindeki tane kaybını azaltıcı yeni sensörler, hatta hasat veya gübreleme esnasında nerde ihtiyaç varsa bunu belirleyebilen makineler sayılabilir.
Bitkisel üretimle ilgili bir örnek verecek olursak: siz bir çiftçisiniz ve şeftali ağaçlarını ilaçlıyorsunuz. Şeftali ağaçlarının arasında bahçenizde limon ağaçları da var. Şeftaliyi ilaçlama döneminde çiçek ilacı atıyorsunuz. O ilacı bir miktar fazla atarsanız çiçek ölür, az atarsanız etki göstermez. Dolayısıyla sürücü traktöre biniyor sabit hızla giderken aynı zamanda kendisi de ilaca maruz kalıyor. Şeftali ağaçlarını ilaçlarken bahçedeki diğer limon ağaçlarını da gereksiz ilaçlıyor. İşte bu noktada bu tarım aletini otomatize ederseniz, sensörlere bağlarsanız, hatta o traktör sürücüsüz olursa, traktör her şeftali ağacını gördüğünde ilaçlamasını açar, limon ağacı gördüğünde sistemi kapatır. Böylelikle yarı yarıya ilaç kullanmış olursunuz, traktör sürücüsü o kişi herhangi bir ilaca maruz kalmaz. İlacı hassas verdiğiniz için de fazla ilaç kullanmamış dolayısıyla çevreyi de korumuş olursunuz. Bu aynı zamanda maliyete de yansır. Biz tarımda teknolojiye yatırım yapıyoruz. Tarımda sensör geliştirmek, hastalıkları erken tahmin etmek gibi başlı başına önemli konulardır.
Buğday hasadında dane kayıplarının izlenmesi ve takibine yönelik sistem geliştirdik. Bulut tabanlı olan sistem biçerdöverlerin üzerine yerleştirilecek (dolap, sarsak, batör-kontrbatör) sensörleri ile tamamlanmış olup, pilot uygulamasına bu yıl başlamayı planlıyoruz.
AselsanNET ile birlikte Elektronik Hayvan Takip Sistemini geliştiriyoruz. Hayvanların canlı olup olmadığı, hangi koordinatlarda bulunduğu gibi bilgilerle her zaman hayvanların tam sayımını sağlayacak ve sanal karantina uygulamaları, el terminalleri ile hayvan sağlığı hizmetlerinde uygulayıcılara kolaylıklar sağlayarak işletme yönetimi basitleştirilecektir.
Yine Buzağı Mama Hazırlama- Dağıtma Robotu projemiz ile işletmelerde hem süt hem de mama hazırlanabilmektedir. Otonom İlaçlama Robotu Projesi kapsamında hastalık bulaşmış alanların ve hastalık şiddetinin tespiti, insansız hava aracına (İHA) takılacak multispektral kameralar ile belirlenecek ve tarla yüzeyi için bir ilaçlama programı oluşturulacak.
ISLAH ÇALIŞMASI İLE KÜÇÜKBAŞ SAYISI HIZLA ARTIYOR
Damızlık hayvan üretimi ve ıslahı konusunda sektöre yön veren belli başlı çalışmalarınızdan bize bahsedebilir misiniz?
Bizim küçükbaş hayvancılık alanında en büyük projemiz, halk elinde küçükbaş hayvan ıslahı ülkesel projesidir. Bu ıslah projesi Türkiye’nin 55 vilayetinde, 167 alt proje ile yürüyor. Her bir alt proje 6 bin baş dişi, 300 baş erkek hayvan olmak üzere 6 bin 300 baştan oluşuyor. Toplam 1 milyon 100 bin küçükbaş hayvan proje içerisinde izleniyor, verimleri değerlendiriliyor, genetik kapasiteleri ölçülüyor. Tabii bu projenin içerisinde üniversite hocaları da var. Böylelikle 15 yılın sonunda geldiğimiz nokta şu: yılda 60 bin adet erkek koç ve teke damızlık olarak seçiliyor, damızlık değeri tayin edilip satılıyor. Normal bir koç 3-4 bin TL iken bu damızlık koç 12 bin TL’ye satılmakta. 300 bin dişi de materyal damızlık olarak seçiliyor. Bu damızlıklar sürüsünü büyütmek isteyen vatandaşlara satılıyor. Bunun yarattığı ekonomik değer ise karkas veriminde yüzde 20 artış, ikizlik oranında yüzde 16’lardan yüzde 40’lar seviyesine çıkmasıdır. Türkiye’de koyun ve keçi sayısı 40 milyondan 50 milyon başa çıktı bu kısa sürede. Bundaki en önemli sebep ikiz doğum oranındaki artıştan kaynaklanmakta. Bunun yanında canlı doğum ağırlığında da yüzde 12 artış oldu. Normalde küçükbaş altı ayda kesime gelmeli, eğer altı ayda kesip 20 kilogram et elde ediyorsanız bu iyidir. Bu bizde 9 ay’dı. Biz doğru besleme ve ıslahla bunu 6 aya düşürdük. Buradan kazandığımız ekonomik değer kabaca yıllık 1 milyar TL.
Büyükbaş hayvancılığa gelince, bizim yerli mandalarımızın süt verimleri çok düşüktü. Yılda 600 litre civarındaydı. Uyguladığımız "Halk Elinde Anadolu Mandası Islahı Projesi" sayesinde şu anda yaklaşık 2 katına yani 1200 litreye çıkardık. Manda sayısı 2010 yılında 85 bin başa düşmüşken şu anda projenin de etkisiyle 192 bin başa çıkmıştır. Ayrıca mandalarımızın süt verimlerini daha da artırmak için enstitülerimizde ıslah çalışmalarımız devam etmektedir. Büyükbaşta kendi sütçü ırkımızı ve etçi ırkımızı geliştirmek için 2 projemiz var. Bunlardan biri Adana’da enstitümüzde yürütülen ve sütçü bir ırk olan Anadolu Alacası projesi'dir. Buradan elde edilen damızlık boğa adaylarından yılda 300 bin doz kaliteli dondurulmuş sperma üretilerek suni tohumlamada kullanılmak üzere tüm Türkiye’ye dağıtılmaktadır.
TÜRKİYE’NİN İLK ETLİK PİLİÇ HAYVANI
Ülkemizde gerek özel sektör gerekse kamu sektöründe yumurtacı damızlık ıslahı konusunda çalışma yapan tek kuruluş TAGEM’e bağlı Tavukçuluk Araştırma Enstitüsüdür. 4 adet yumurtacı ebeveyn ve hibrit hat enstitü tarafından geliştirilmiştir. Yine Eskişehir Geçit Kuşağı Tarımsal Araştırma Enstitüsü tarafından Türkiye şartlarında en iyi verimi veren etlik piliç ANADOLU-T hibrit hattı geliştirilmiştir. Tescili yapılan bu hat Türkiye’nin ticari önemi olan ilk etlik piliç hayvan hattıdır. Sektöre tanıtımı devam etmektedir.
ÇELTİKTE DAMLA SULAMA DÖNEMİ
Tarımsal verimi ve üretimi artırmak için geliştirilen akıllı sulama sistemleri ve yenilikçi yaklaşımlarınızdan bize kısaca bahsedebilir misiniz?
Türkiye’de üretilen bitkilerin her bölgede ne kadar suya ihtiyaç duyduğu önemli. Buğday; aynı buğdayın Edirne’de ihtiyaç duyduğu su ile Erzurum veya Şanlıurfa’da ihtiyaç duyduğu su miktarı farklıdır. Dolayısıyla biz ülkesel bitki sulama rehberini ürettik. Ülkemizde yetiştirilebilen 86 bitkinin hangi ilde yetiştirildiğinde ne kadar su verilmesi gerektiği, ne zaman verilmesi gerektiği gibi konuları kapsayan çalışmayı tüm uygulayıcı kurumlarla paylaştık. Sulama Yönetimi ve Bitki Su Tüketimi programlarının dijital ortamda daha fazla kullanıcıyla buluşması için TAGEM-SUET programını hayata geçiriyoruz.
Suyun kısıtlı olduğu ülkelerde yoğun olarak kullanılan su kullanım etkinliği yüksek yüzey altı (toprak altı) damla sulama sistemlerini Bakanlığımız hibe destek programına kazandırdık.
Çeltik gibi çok su tüketen ürünler için alternatif sulama yöntemlerinden damla sulama sistemlerinin kullanım olanaklarını uygulamaya yansıtıyoruz. TAGEM Koordinatörlüğünde DSİ iş birliğiyle yürütülen proje Türkiye’de çeltik üretimi yapılan farklı bölgelerde AR-GE Projeleri yürütüldü. Ortalama yüzde 50 oranında su tasarrufu sağlandı.
SON 10 YILDA 118 MEYVE, 37 SEBZE ÇEŞİDİ GELİŞTİRDİK
Çeşit geliştirme konusunda uzman bir kurum olarak son 10 yılda kaç çeşit geliştirdiniz? Geliştirdiğiniz çeşitlerden üretici tarafından yaygın olarak kullanılanlar var mı? Bunlar hangi çeşitlerdir? Önemli gördükleriniz hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?
Türkiye milli çeşit listesinde bulunan 8 bin kadar çeşidin yüzde 70’i TAGEM tarafından geliştirilen çeşitlerdir. Geri kalanın büyük bir kısmı da özel sektör tarafından geliştirilen çeşitlerdir. Ancak o çeşitlerin de ana- baba hatları ya da yarı yol hatları yine TAGEM’indir. Yani biz belirli bir seviyeye kadar ıslah ettiğimiz materyali özel sektöre veriyoruz, özel sektör de bunu alıp tescilliyor.
Bahçe bitkilerinde son 10 yılda 118 meyve, 35 üzüm, 37 sebze çeşidi, 21 adet süs bitkisi geliştirdik. Ve bunlar piyasadaki ürün grupları arasında yüzde 56’lık kısma tekabül ediyor. Yem bitkilerinde 7, baklagilde 6, tıbbi ve aromatik bitkilerde 2, hububat olarak da 48 çeşidi son 10 yılda geliştirdik. Tohum içerisindeki payımız ise sertifikalı tohumlarda 503 bin ton. Bu da toplam 1 milyon 143 bin ton içerisinde önemli bir paya sahiptir. Bazı bitki çeşitlerinde biz tek üreticiyiz. Örneğin ülkemizdeki tüm tescilli muz çeşitleri bizim üretimimiz. Ülkemiz muz ithal etmiyor, ülkemizde satılan tüm muz çeşitleri bizim tescilli çeşitlerimiz. Yazlık sebze veya diğer adıyla hibrit sebze ürünler olan domates, salatalık, patlıcan gibi türlerde de yine bizim oranımız yüzde 70’ler seviyesinde. Eksik olunan bir alan var ülkemizde, kışlık sebzeler grubu olan brokoli, lahana, karnabahar, turp gibi bu bitkilerde maalesef biz genetik kaynak değiliz. Şu anda TÜBİTAK’la birlikte bunu çalışıyoruz ve yakın zamanda ürün çeşitlerimiz piyasaya girecek. Örneğin, havuç ve bir turp çeşidi tescil aşamasında. Bu ürünler ortaya çıktığında kışlık sebze grubunun yaklaşık yüzde 50’sini TAGEM ürünleri oluşturacak.
AYAŞ DOMATESİ TOHUMUNU ÜÇ YERDE YEDEKLEDİK
TAGEM olarak gen kaynakları alanındaki belli başlı çalışmalarınızdan da bize bahsedebilir misiniz?
TAGEM olarak biz kendimize 3 asli görev addetmekteyiz. Bunun ilki Anadolu’nun biyolojik servetini korumak, bunlara gen kaynağı denmekte. Bunun bir kısmı mikroorganizma, böcek, hayvan, bitki, balık ya da tohum gibi. Yaygın olarak bizim Ankara’daki tohum gen bankamız biliniyor. Ancak bizim aslında toplam 32 gen bankamız bulunuyor. Türkiye’nin biyolojik servetini Tarım ve Orman Bakanlığı saklıyor. Bakanlık adına da TAGEM muhafaza ediyor. 32 gen bankasında 310 bin adet materyal var, bunların içerisinde hayvan da var. Örneğin su ürünleri gen bankamız Trabzon’da, turunçgil gen bankamız Mersin’de, dünyanın ikinci büyük zeytin gen bankası İzmir’de, iki adet bağ gen bankamız Tekirdağ ve Manisa’da, süt ürünleri gen bankası Bursa’da vs. merkezlerimizde bunları saklamaktayız. Tüm bunları korumak adına Türkiye Milli Botanik Bahçesi içerisinde bunların yedeklerini tutuyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin biyolojik servetini korumak çok büyük bir hizmettir ve bunun TAGEM’e yıllık maliyeti 200 milyon TL’dir. Bunların dışında bir kısım materyali de vatandaşın elinde saklamaktayız. Dolayısıyla bu gen bankacılığı 3 ayrı alanda yedeklenmiş oluyor. Hayvanlarda ve bitkilerde aynısını yapmaktayız. Örneğin, Ayaş domatesi de üç yerde yedeklenmiştir.
BÜTÜN ARAŞTIRMALARIN EKONOMİK KAZANCA DÖNÜŞMESİNİ İSTEMEKTEYİZ
TAGEM’in gelecek hedefleri ile ilgili neler söylersiniz?
Biz ülkenin yaklaşık 110 yıllık en köklü araştırma birimini bünyesinde bulunduran, en büyük araştırma organizasyonu olarak kendimize basitçe birkaç hedef koyuyoruz. Birincisi, tarımsal AR-GE’de de dünyanın bilinen en önemli AR-GE sistemlerinden biri olmak istiyoruz. İkincisi, araştırma çok pahalı bir şey. Bu sebeple tarımsal AR-GE dünyanın her yerinde kamu tarafından finanse edilir. Bizde de böyledir. Ancak istiyoruz ki özel sektör AR-GE yapsın, bu yüzden kapılarımızı özel sektöre açıyoruz. Özel sektör ve üniversitelerle birlikte çalışmayı hedefliyoruz. Üçüncü husus ise AR-GE’nin bir kısmı hep raflarda, kitaplarda, yayınlarda kalabilir ve kalmaktadır. Biz tüm bu araştırmaların ekonomik kazanca dönüşmesini istemekteyiz. Bu sebeple üç yıllık araştırma çıktılarının ekonomileştirilmesi faaliyet planı çıkardık. Ürettiğimiz her şeyin ekonomik bir faaliyete dönüşmesini istiyoruz.