MAYIS-HAZİRAN 2021 / AYIN KONUĞU

Esat Kabaklı: “Toprak sevdamı şiire döktüm”


Canan YALÇIN SEVER    

21.05.2021 


Bu sayımızda halk ozanı, ömrünü müziğe adamış, mütevaziliği ile herkese örnek olmuş usta sanatçı Esat Kabaklı’yla bir araya geldik. Usta isim müziğe, türküye olan tutkusunu aşkla anlatırken bir yandan toprakla olan ilişkisini de anlattı. Küçük yaşlardan itibaren bağ bahçe işleriyle uğraşan Kabaklı şimdilerde İzmir Dikili’deki bahçesinde hem besteler üretiyor hem de sebze, meyve.

Sizi daha yakından tanımak adına bizlere  çocukluğunuzdan, gençliğinizden, nasıl bir ailede büyüdüğünüzden söz edebilir misiniz? 
 
Öncellikle sizlere  röportajınız için teşekkür ediyorum. Ben Elazığlıyım, çocukluğum Harput’ta geçti. Harput eski Elazığ diye bilinen Elazığ’ın bir mahallesi. Harput’ta bağımız, bahçemiz vardı, -halen de bağımız, bahçemiz duruyor-. Okul olduğu dönemlerde Elazığ’ın içinde yaşardık, okul tatil olduğu zaman Harput’a, bahçemize giderdik. Ben musikiye, edebiyata düşkün bir ailenin içinde yetiştim.  Babam çok güzel sesi olan biriydi ve çok güzel türküler söylerdi. Mesela Diyarbakırlı Celal Güzelses’den müthiş türküler okurdu. Babamın türkülerini dinleyerek büyüdüm. Yine mahalli sanatçılarımızı dinledim. O zamanlar radyolar TRT adı altında değil ayrı ayrı İstanbul Radyosu, Ankara Radyosu, Diyarbakır Radyosu olarak vardı. O radyoların halk müziği programlarını, hatta sanat müziği programlarını  dinlerdim. Ve kulaklarım çok dolmuştu. Malumunuz ritim, kulak bir sanatçının olmazsa olmazlarındandır. Bende kulak doğuştan vardı ve türküleri ezberlemem son derece kolay oluyordu. Bağlama çalmayı ortaokul 2. sınıfta öğrendim. 1967 yılında abim ve abimin bir arkadaşı bağlamaya çalmaya başlamıştı. Ben sadece onlar çalarken onlara bakardım. Onlar evde olmadığında da bağlamayı duvardan alıp çalardım. Ve öyle oldu ki 1 ay içinde çalabildiğim türkü sayısını unutmuştum bile. 1968 yılında sahneye çıktım. Düşünün 1967 yılında bağlamayı öğreniyorum, 1968 yılında liselilerin veda gecelerine katılıyorum onlara bağlamamla iştirak ediyorum. Daha sonraları Elazığ’da bulunan halk evlerine üye oldum, burada halk oyunları oynadım. Elazığ Musiki Cemiyeti vardır ki çok güzel ve önemli bir dernektir. O derneğin elemanlarının çoğu çeşitli devlet korolarında görev alabilmişlerdir. Öylesine önemli bir dernekte hocalık yaptım. Yine Halk Müziği Şube Başkanlığı görevlerinde bulundum. Koro kurdum ve yönettim. Bütün bu uğraşılarım hayatımın 1970 ve 1980’li yıllar arasına tekabül eder. 1973 yılı yani Cumhuriyetimizin 50. yılında halk evlerinde ekiplerimizle çok güzel gösteriler hazırladık ve sunduk. Sonra Elazığ Mimarlık Mühendislik Akademisinin İnşaat Bölümünü kazandım. Orada 6 yıl süren bir eğitim serüvenim oldu ama okulu bitiremeden ayrılmak zorunda kaldım.  Akademi yıllarında evlenmiştim. Sene 1980’de Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Halk Müziği Korusu imtihanları açıldı ve o imtihanı kazandım. Sonra aynı günler İstanbul’da Kültür Bakanlığı Konservatuarının da giriş imtihanları vardı. Konservatuvarı da kazanarak aynı anda hem öğrenci oldum hem de devlet korosu sanatçısı olmuş oldum. Ama 12 Eylül nedeniyle devlet korosu kadrom iptal edildi. Ve böylece İstanbul’da okulla baş başa kaldım. Sonra konservatuara 1 yıl daha devam ettim ancak maddi nedenlerden dolayı geri döndüm. 1982 yılında Erzurum Radyosu imtihan açınca o imtihanlara katıldım ve birincilikle Erzurum Radyosu’na girdim. Burada da 1 yıl ancak çalışabildim. Bu arada Erzurum’da çalışırken bir yandan konservatuvara bitirmek için İstanbul’a vize sınavları için gidip gelirdim. Yine vizeler için İstanbul’a gittiğim günlerden birinde sevgili hocam Şahin Gültekin beni gördü ve bize  yani İstanbul Belediye Konservatuvarına “bariton ses lazım” diyerek beni eski adı  Dârülelhan olan İstanbul Belediye Konservatuvarına çağırdı. Oranın İcra Heyetinin Şefi ise Adnan Ataman hocamızdı. Beni dinlemeleri için konservatuvara gittim. Beni dinleyenler arasında Hamdi Özbay, Adnan Ataman, Zeki Adsız, Tuncer İnan gibi hocalar vardı. Dinledikten sonra hocalarım “Tamam sen git Erzurum’a, biz sana haber veririz” dediler. Ve böylece ben  Erzurum’a döndüm. Döndükten sonra yaz aylarında Konservatuvadan haber geldi. Ve orada girdiğim imtihanı kazanarak 1983 yılında  İstanbul’a tekrar dönmüş oldum. Belediye Konservatuvarı İcra Heyetine başladığım günlerde TRT İstanbul Radyosuna da dilekçe vermiştim. Daha önce de TRT’de görev uygun görülen bir statüde çalışmak istediğimi belirttim. TRT’de bu talebimi kabul ederek  beni ikinci tip sözleşmeli sanatçı olarak bünyesine aldı. Ve böylece ben, Nuray Hafiftaş, Nursaç Doğanışık, Erol Köker, Fatoş Çal aynı zamanda TRT İstanbul Radyosunda çalışmaya başladık.  1986 yılında ise TRT İstanbul Radyosuna kadrolu olarak kabul edildim ve TRT sanatçısı oldum. 12 yıl kadar TRT’de çalıştım. Ancak tabii o zamanlar TRT’de çalıştığın zaman albüm yapmak, başka bir TV kanalına çıkmak gibi şeyler yasaktı. Bu nedenle albüm yapmak istiyordum ama albüm çıkartamıyordum. Bunun üzerine rahmetli hocam Adnan Ataman beni tekrar Belediye Konservatuarına çağırdı. Kadromu tekrar Belediye Konservatuarına aldırdım ve Adnan Hocam emekli olunca Belediye Konservatuarının  şefliğini değerli hocamdan devraldım. Burada da yaklaşık 12 yıl çalıştıktan sonra emekli oldum. 

Haber Görseli

TÜRKÜLER İMBİKTEN SÜZÜLMÜŞ ESERLERDİR
Müziğe olan ilginiz ne zaman başladı? İçinizdeki müzik aşkını ne zaman keşfettiniz? Türkü demek sizin için ne demektir?
 
Müziğe olan yeteneğimi ilk olarak ilkokul öğretmenim keşfetti diyebilirim. Öğretmenim sınıftaki sıra aralarında bana türkü söylettirirdi. "Kara tren gelmez mola, düdüğünü çalmaz mola" diye. Elime, çantayı da verirdi. Öylece sınıfın içinde, o türküyü okuyarak gezdiğimi biliyorum. Tabii müziğe tam olarak başlamam daha önce de söylediğim gibi ortaokul 2. sınıfta bağlama öğrenerek oldu diyebilirim. 
 
Türküler benim için çok değerli bir hazinedir ve aynı zamanda bir milletin hazinesidir. Türküler bir milleti, millet yapanların başında gelen kültür varlıklarıdır. Türküler imbikten süzülmüş eserlerdir. Halk getirmiştir onları bugüne ve  o nedenle türkülerimize sahip çıkmamız gerekiyor. Tabii yeni türküler yapmaya devam ediyorum. Hafızamda o kadar çok melodi var ki, işte hafızamdaki bu melodiler bana yeni eserler üretme fırsatı veriyor. Şunu unutmamak gerekir halk varken türküler ölmez. Türküler, dilimizden  dahi önemlidir çünkü dilimiz türkülerde yaşamaktadır.

Haber Görseli

BİZ O BAĞA CANIMIZI VERDİK
Nerede  yaşıyorsunuz? Bahçeli bir ev tercihiniz oldu mu? Tarım ve hayvancılıkla uğraşma şansınız oldu mu?
 
Bizim bağ hayatımızın başlangıcı hemen hemen benim bağlamayı çalmaya başladığım yıllara denk düşer. Annem bağmancı kızıydı ve bağcılığı iyi bilirdi. Daha önce de söylediğim gibi bizim Harput’ta bağımız, bahçemiz var. Ailemle orayı bağ yapmaya karar verdiğimizde bağ yapılacak yer yıkılmış, harap bir haldeydi. Biz büyük bir özveriyle orayı imar ettik, baktık ve bağ etmeyi başardık. Ağaçlar diktik. Dikilen ağaçların hemen hemen hepsinde benim emeğim, kardeşlerimin emeği vardır. Açıkçası biz o bağa canımızı koyduk, emeğimizi koyduk. Buğday da ekiyoruz. Annemle çok fazla orak dermişliğim olduğundan orak dermeyi de iyi bilirim. Sözün özü ben toprakla haşır neşir olmuş bir insanım. Halen İzmir Dikili’de yazlık bahçemde toprakla uğraşıyorum . Bahçeye her türlü ağacı dikmeyi çalıştım.  Kirazdan, ayvaya, elmadan, cevize kadar. 
 
“Göllü Bağa Selam” adlı şiirim bir nevi bağla, bahçeyle uğraştığımın ispatıdır. Mesela şiirimin bir kıtasında şöyle derim: 
 
“Anam ekmeğime gaymak goyardı
Bacım erken galhar yarpak yolardı
Babam suyu salar gözsüz boğardı
Nazarlıklar her gapıda nal olsun
Göllü Bağ’ın bedürüsü dal olsun”
 
Yine başka bir kıtada ise ;
Orağımızı köralursa bilerdük
Terimizi golumuzdan silerdük
Her orakta bereketü dilerdük
Anam derdi bi yağa iki ese
İki ese ölçeği kile kese
 
“Bi yağa iki ese ölçeği kile kese” bu bir atasözüdür. Yani bu atasözü bir yağar iki eserse verimin daha fazla olacağını anlatır bizlere. Rahmetli annem biz çalışırken bu atasözünü çok kullanırdı.

Haber Görseli

TRT MÜZİKTE PROGRAMA BAŞLIYORUM
Pandemi dönemi sizin için nasıl geçiyor özellikle müzik üretkenliğiniz açısından?
 
Pandemiden dolayı malumunuz çok dışarı çıkamıyorum. Halk müziği adına yapmak istediğim projelerim var. Örneğin senfonik bir konser verme hayalim var. Halk operası yazmak çok zor bir iş ama yazmayı çok istiyorum.  Halk operasından kastım Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi hikâyeleri besteleyip onları sahnelemek. Yine bayramdan sonra TRT Müzik’te bir programa başlıyorum. Onun hazırlıkları içerisindeyim.Bütün bu duygu ve düşüncelerimle  okuyucularımıza türkülerle kalmalarını diliyorum. 
 
Son olarak bütün konuklarımıza sorduğumuz soruyla söyleşiyi bitirmek istiyorum. En son okuduğunuz kitap ve izlediğiniz film hangisidir?
 
Genelde musiki üzerine kitaplar okurum. En son Ahmet Kabaklı hocamın “Temellerin Duruşması” adlı kitabını okudum. Pandemi döneminde tabii sinemaya gidemiyoruz ama Ata Demirer, Cem Yılmaz filmlerini seyrettim son zamanlarda.

EsatKabaklı türkhalkmüziği