MAYIS-HAZİRAN 2021 / YAPRAK
Bağımsızlık ateşi 19 Mayıs 1919
“Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı”mız kutlu olsun! Bu büyük bayramın tarihi ilginçtir. İlk kutlanışı 1926 yılında, Samsun’dadır ve adı Gazi Günü’dür. 24 Mayıs 1935’te Beşiktaş Jimnastik Kulübünün girişimi ve yüzlerce Fenerbahçeli, Galatasaraylı sporcunun katılımıyla, spor şenliği günü durumuna gelir. İzleyen süreçte “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı” adı altında yapılması, yine bir spor kulübü yetkilisi tarafından önerilir, 20 Haziran 1938’de yapılan yasayla “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak yasalaşır ve her yıl kutlanmaya başlanır. Bayramın adına “Atatürk’ü Anma” bölümünün eklenişi, 12 Eylül 1980 rejimiyledir. Görüldüğü gibi, bayramlarımızın adları bile rastlantı ya da tepeden inme uygulamalar sonucu konmadığı gibi, hamaset, düşmanlık, savaşçılık içermez. İlk Meclisimizin açılışı 23 Nisan çocuklara armağan bayramdır örneğin. 30 Ağustos Zafer Bayramı da böyledir…
19 Mayıs 1919 nasıl bir savaşın başlangıcıdır? Anlamı, içeriği, iletisi, etkileri nedir? Öncelikli belirtmeli ki Anadolu, (bazı klişelerde, şablon anlayışlarda belirtilenin de çok öncesinden başlayarak) Türk yurdudur. Öte yandan sözcüğün tam anlamıyla göçler, hareketler, savruluşlar toprağı da olan Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti, gelmiş geçmiş tüm uygarlıkları ve kültürleri benimseyen, saygın bulan bir evrensel anlayışı taşımıştır. Yoğunlaşan kanıtlar ve tarihsel tartışmalar bir yana, İtalyan ve Yunan kaynaklarında, 12. yüzyıldan başlayarak, Anadolu’nun Türkiye olarak adlandırıldığı açık ve yaygın bilinen bir gerçektir.
Batı’nın başlıca sermaye birikimi kaynağı olan sömürgecilik, tekelci çokuluslu sermaye yapılanmasıyla birlikte emperyalist aşamaya geçmiştir. Özellikle 20. yüzyılın başındaki dünya durumuna bakıldığında, enerji alanları, stratejik bölgeler, halk hareketlerinin önlenmesi, monarşilerin çöküşünün engellenmesi amaçlı yakıcı bir savaşın varlığı görülür. Enerji ve coğrafyalar üzerindeki savaş emperyalistler arası paylaşım savaşıdır. Durum salt enerji savaşına da indirgenemez; dünyanın hemen her yerinde sömürgeleri bulunan Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Çarlık Rusya’sı gibi devletlerin saldırılarının altında, sömürge halklarının bilinçlenmesinin, bağımsızlık savaşlarına girişmesinin, özgürlük düşüncesinin yayılmasının engellenmesi amacı da yatmaktadır.
1915’te emperyalizmin tüm silah gücüne, armadasına, ordularına karşı üstün yurtseverlik iradesi sonucunda kazandığımız zafer, Rusya’da Çarlık rejiminin yıkılmasını sağlayan 1917 Ekim Bolşevik Devrimi'nin önünü açmıştır. Bolşevikler, emperyalistlerin yaptığı, Rus Çarının “hasta adam” dediği Osmanlı Devleti ülkesinin paylaşılması içerikli gizli antlaşmayı açıkladı. Bu antlaşma 16 Mayıs 1916’da yapılan Sykes-Picot Antlaşması'dır.
1914 ortasında başlayıp, 1918 sonuna kadar süren Birinci Dünya Savaşı'nın emperyalist güçleri Osmanlı Devleti'ni bir girdap gibi savaşa çekmiş, İttihat ve Terakki yönetimince, bir oldubitti olayıyla Rus limanlarının ve gemilerinin Alman subayı Amiral Souchon tarafından topa tutulmasıyla, Almanya’nın yanında girilmesine neden olmuş (14 Kasım 1914), savaşın tam da egemen paylaşımcılar yönünden bitirildiği günlerde, daha önce yitirilen topraklardan kalan Osmanlı Devleti Anadolu yurdunun, Türkiye’nin de işgaline başlanmıştır. Balkan Savaşlarıyla, Çanakkale Savaşı'yla alabildiğine güçten düşürülmüş bir ülke ve toplum söz konusudur. Troya’ya saldıran birleşik Yunan ordusu kralının adını taşıyan Agamemnon zırhlısında, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması'yla Osmanlı Devleti yenilgiyi ve teslimiyeti kabul etmiştir. Hemen ardından 13 Kasım 1918’de çok aşağılayıcı biçimde İstanbul işgal edilir. Aşağılayıcıdır, Sultan’ın saraydan çıkması istenir, orada işgal komutanının oturacağı bildirilir. İşgali hemen izleyen günlerde Türkler sokak ortasında dövülmeye başlanır, kadınlar saldırıya uğrar… Ardından 15 Mayıs 1919’da İzmir işgal edilir. İlk kurşunu Gazeteci Hasan Tahsin sıkacak, orada şehit düşecektir.
İşte, Osmanlı Devleti topraklarının savunmasında Libya’da, Filistin’de, Kafkas cephesinde, Suriye cephesinde… canını dişine takmış, görev yapmış, Çanakkale Kahramanı Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’da bu koşullar içinde Anadolu’ya çıkıyordu. Gelecekte, günlerce Meclis kürsüsünden okuyarak kitaplaştıracağı ünlü Söylev’inin girişinde de şiirsel dille çizeceği manzara budur. Dolayısıyla ya bu güzel halkın başına geçip, ona önderlik edip Bağımsızlık Savaşı başlatılacak, zafere ulaşılacak ya da onurluca, son savaşçıya kadar savaşılıp ölünecektir. “Ya bağımsızlık ya ölüm!”
İstanbul 16 Mart 1920’de ikinci kez işgale uğrar. Ve yine Fransa’da, 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması'yla Türkiye’nin işgal planı onaylatılmış olacak, Türkiye’nin dört bir yandan işgali başlatılacaktır. İşgalle birlikte Türkiye’nin her bölgesinde direniş hareketleri başlar. Direnişi gösterenler, kimi subayların, yerel yöneticilerin komutasındaki küçük birlikler, bundan da çok yerel silahlı çetelerdir. Ancak bu direniş odakları, mücadelelerini, zaman zaman duyurulan “hakların savunulması” (müdafaayı hukuk) bildirilerine dayandırırlar. Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyetleri böylelikle oluşturulmuştur. Her ne kadar bilinçli bir direniş hareketi niteliği taşısa da dağınıklığı, bir merkezden ve düzenli ordu yapısında örgütlenmeyişleri başarının önünde önemli engeldir.
Mustafa Kemal, Bağımsızlık Savaşı tasarısını, kısa süre önce bulunduğu Suriye, Adana cephesinde örgütler ve düzenler. İstanbul’dan verilen buyruğa karşın, birliklerini işgalcilere teslim etmeyi reddeder. Bunu onurlu, kabul edilir bulmadığını, işgal ordusuna yardımcı olmasını buyuran Sadrazam-Erkânı Harbiye Reisi İzzet Paşa’ya çektiği telgraflarla ağır bir dille açıklar. Oradaki görevi Yıldırım Orduları Grup Komutanıdır. O koşullar içinde doğruları söylemek, yazmak için rütbenin bir öneminin olmadığını bilir. O sağlam kişiliği önceki yıllarında da aynıdır, izleyen yıllarda da aynı kalacaktır.
Görev yeri İstanbul’a alınır. İstanbul’daki altı ayını başta Sultan Vahdettin olmak üzere, devlet yetkilileriyle görüşme, onları bir direniş planı ve uygulaması çevresinde birleştirme olanaklarını aramakla geçirir; sonuç alamadığını görünce, arkadaşlarının da desteğiyle, olabildiğince geniş yetkilerle, Anadolu’da bir görev sağlama amacına yoğunlaşır. Sonunda yetkiyi 9. Ordu Müfettişi olarak alır. Mustafa Kemal’in ve birkaç arkadaşının dışında kalanlardaki yaygın kanı, işgal orduları rahatsız edilmez, sularına gidilirse daha fazla sorun yaşanmayacağı yönündedir. Mustafa Kemal’in görevlendirme gerekçesinde de bu görülür. İngilizler Karadeniz Bölgesi'ndeki Türk direnişinin engellenmesini istemişlerdir. Gerçekte ise Karadeniz’deki Rum köylerinde oluşturulan çeteler, Türk köylerinde kıyımlar yapmaktadırlar. Türkler ise kuşkusuz direneceklerdir.
Mustafa Kemal 16 Mayıs 1919’da, İngilizlerin kuşkulu bakışları altında, Bandırma Vapuru’yla, İstanbul’dan Samsun’a doğru yola çıkar. Bandırma Vapuru 1878 yılında, İskoçya’nın Glasgow kentinde, yolcu ve yük vapuru olarak üretilmiştir. 1883’te satıldığı Yunanistan’da birkaç kez el değiştirir. 12 Aralık 1891’de kazada “batar.” Aynı yıl yeniden yüzdürülür. Bir süre sonra İstanbul’daki bir firma alır. Mülkiyeti devlete geçtikten sonra epey zaman Marmara kıyılarında nazlı nazlı yük, yolcu, posta taşır… İnsanlık tarihinin en önemli seferini yapacağı, 20. yüzyıldaki başka bağımsızlık savaşlarına esin vereceği bilinir miydi?..
19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaşan Bandırma Vapuru’ndan, Anadolu’ya çıkan yalnızca bir öbek öncü insan değildi, Türk ulusunun ve sömürgelerde tutsak insanlığın özgürlük, bağımsızlık umuduydu. Hindistan, Cezayir, Arap ulusçuluğunun yeşerdiği ülkelerdeki başkaldırılar, hatta Küba… Bu güçlü etkinin kaynakları nelerdir? Öncelikle Mustafa Kemal önderliğindeki kadronun kesin devlet geleneği ve ciddiyetine bağlılığı büyük etkendir. Böylesi devasa kurtuluş eylemleri, Kurtuluş Savaşı, öyle rastgele, koşulların akışına bırakılmış anlayışlarla başarılamaz. Kararlı, yürekli, gözünü budaktan esirgemez yapıda davranırken, bir yandan da her uygulamanız akla, toplumbilime, tarihsel gerçeklere, halkın duyarlığına, dokusuna, bilincine uygun olmalıdır. İşte Mustafa Kemal ve bir küçük adanmış topluluk olan savaşçı arkadaşları adeta güzel bir halıyı dokurcasına ilmek ilmek bağımsızlık gerçeğini ve kutlu amacını dokudular. Bu başarıdır ki Türkiye halkını “ulus”a dönüştürdü, manda (bir güçlü emperyalist devletin koruması altında yaşamak) isteklerini çöpe attırdı. Ne ki öyle hemen halkın ve aydınların harekete, savaşa katıldıkları da sanılmasın… Katılanlar bu nedenle az sayıdadır, çok değerlidir, bağımsızlık idealine baş koymuşlardır. Baş koymuşlardır; çünkü hatalar çoğalsaydı, süre uzasaydı, canlarından da olabilirlerdi… Biraz da tarih felsefesi: Tarih bilimdir, nesnel olduğu, belgeye, kanıta dayandığı ölçüde gerçekleri yansıtır. Tarihte “dilekler”, “keşke kafamda tasarladığıma uygun olsaydı” zorlamalarına yer yoktur. Ve “resmi” olan olmayan tarih yaklaşımı da anlamsızdır; çünkü resmi olmadığı savıyla ortaya çıkan da bir başka “resmi”, kurgusal tarih oluşturur ki belge, kanıt kaygısı taşımadığında aynı ölçüde gerçeklerden uzağa düşer.
Mustafa Kemal Havza’ya, Amasya’ya ulaşır; Amasya Genelgesi (Tamimi) (22 Haziran 1919) ulusun bağımsızlık iradesinin ilk birleşme bildirisidir. Bağımsızlığın tehlikede olduğu, kurtuluşu ancak ulusun kendi iradesinin sağlayacağı vurgulanır, Sivas’ta kongrenin toplanacağı, gizlilik içinde temsilcilerin gönderilmesi gereği bildirilir. Erzurum Kongresi (23 Temmuz-7 Ağustos 1919) Sivas Kongresine hazırlık niteliğindedir, Manda ve himaye kesin dille reddedilir. Geçici bir hükümetin kurulmasına karar verilir. Mustafa Kemal’in başkanlığında 9 kişilik temsil heyeti kurulur ki bu Millet Meclisinin kuruluşuna kadar hükümet niteliğinde ve yetkisinde olacaktır. Kongre kararları hemen yurda yayılır, büyük özgüven yaratır. Mustafa Kemal artık sivildir… Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919) Erzurum Kongresi'nde alınan kararların geliştirildiği, bir sistem içinde kurtuluş kadrosunun seçildiği, belirlendiği, bağımsızlık kararlılığının tüm dünyaya haykırıldığı büyük ve görkemli buluşmadır. Tüm ulusun ve ülkenin bütünlüğü vurgulanır. Kuvayı Millîye egemen kılınmalıdır. Belirli koşullar içinde barıştan yana olunduğu belirtilir. İstanbul hükümeti'nin milli meclisi toplaması istenir. Direniş, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirilir; en küçük yerleşim yerlerine kadar güçler oluşturulur, desteklenir. Kongrelerle, bildirilerle, seçilen insanlarla, alınan kararlarla devlet birikim ve geleneği içinde 27 Aralık 1919’da, Hacıbektaş üzerinden Ankara’ya ulaşılır. Mustafa Kemal ve arkadaşları coşkuyla karşılanırlar, bu tarihsel lonca kentinde. Lonca esnaf, üretim; üretimse ahlak demektir. Bağımsızlık idealiyle bir güzel örtüşür. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulur ve Türk ulusu geleceğini, yönetimini, kararlarını kendi eline alır.
Düzenli orduya geçiş, bu bağlamda iç çatışmalar. 30 Ağustos 1922’deki Büyük Taaruza, zafere ulaşmak, bağımsızlığı kazanmak hiç kolay olmadı. Ardından gelen yıllar da kolay geçmedi. Mustafa Kemal asıl savaşın şimdi başladığını bildirerek bu gerçeği vurgulamıştı. Ekonomik bağımsızlığın, ulusun kendi kendisini yönetmesi koşullarının sağlanmadığı durumda bağımsızlık yeniden yitirilebilirdi. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin İlanı tam bağımsızlığın en zorunlu gereğiydi. Ardından büyük bir sanayi ve eğitim – kültür seferberliği ülkeyi de ulusu da gönence (refah), eleştirel düşünebilen bilimsel anlayışa kavuşturdu: Etibank, Sümerbank, tarımsal araştırma enstitüleri, eğitmen kursları, millet mektepleri, 21 bölgede köy enstitüleri, yurdun bir ucundan diğer ucuna demiryolları, üç denizimizde yol alan deniz yolları vapurları, Danimarka ile Hollanda’ya da satışı yapılan yaklaşık 150 uçağın üretildiği uçak fabrikası, örnek çiftlikler, traktör başta olmak üzere makineleşmek, Ankara’da Ziraat Okulu (daha sonra Ziraat Fakültesi olacaktır), Orman Çiftliği, kooperatiflerin kuruluşu, çiftçiye toprak dağıtımı, üniversiteler, Anadolu Medeniyetleri Müzesi, halkevleri, dergiler, yaklaşık 500 Doğu-Batı klasik yapıtının yayımlanması, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Harf Devrimi, Batı ülkelerinden önce kadın haklarının benimsenmesi, ilgili yasaların çıkarılması…
Türk aydınının harita okumayı, Türkiye haritasını okumayı iyi bilmesi zorunluluktur. Haritamız bize yeryüzünün kilidi, eşsiz güzellikte ve önemde olduğunu, sıradan davranılırsa bu güzellikten bizi mahrum etmek isteyeceklerin yine çıkabileceğini, bu amaçla en sinsi yöntemleri kullanabileceklerini adeta haykırıyor. Bu toprağın hakkı ancak böylesi bir duyarlı bilinçle verilebilir.