TEMMUZ-AĞUSTOS 2022 / YAPRAK

Başkomutan Muharebesi Büyük Taarruz


Günay GÜNER    

17.08.2022 


Sömürgecilik, dönüştüğü biçimiyle emperyalizm, anamalcı ilişkilerin yayılmacı aşamasıdır. Temel gerçekliği, özellikle endüstrileşmenin sonucunda, oluşan üretim ve sermaye fazlasının yeni pazarlar, hammadde, ucuz iş gücü, enerji alanları, sömürü, tutsaklık ilişkileri kurmak arayışı ve uygulamalarıdır.

20. yüzyılın başı aynı zamanda monarşilerin dağılma, içlerinden ulus devletlerin çıkması dönemidir. Bu süreç başlıca iki yönden gerçeğe dönüştü: İlki çok tanıdık gelen bir yöntem. Zayıf düşen, teknolojik ve düşünsel gelişime ayak uyduramayan, borç batağı içindeki monarşileri oluşturan etnik yapılar bağımsızlıklarını ilan etmeleri yönünde kullanılır, kışkırtılırlar. Amaç parçalamaktır. Diğer olgu ise saldırıya uğrayan, işgal edilen, tutsak alınan milli yapıların özgürlük savaşı vererek ve başararak ulus devletlerin kurulmasıdır. Şu açık bir gerçektir ki emperyalizm egemenlik altına almaya çalıştığı ülkelerde, hiçbir zaman meclis, ulus iradesi, laik-bilimsel eğitim, kültür kurumları, bağımsızlık, ağır sanayi… istemez. Bunların tam tersini ister ve gerçekleştirmeye çalışır. Emperyalizmin bu tuzağına düşenler, bağımsızlıklarını elde edemezler. Bu gerçeğin onlarca kanıtı vardır. 
 
Bölgesel direniş örgütlerinin tek çatı altında; hem düzenli ordu hem Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesi altında birleştirilmesi çok önemli bir başarıdır. Her yönden bizden üstün durumdaki (silah, asker, donanım, uçak…) düşman güçler karşısında utku kazanmanın başka yolu yoktur. Başkomutanlık Meydan Muharebesine kadar geçen sürede, özellikle son bir yılda çok akıllıca hazırlık yapılmış, aynı zamanda düşman yıpratılmıştır. Değişik amaçlar ve kesimler için çalışan muhalif kesim, ne yazık ki bu ölüm-kalım döneminde bile Mustafa Kemal’e engel çıkarmayı sürdürmüşlerdir. 26 Ağustos 1922’de başlatılıp, 30 Ağustos 1922’de zafere ulaştırılıp, 9 Eylül 1922’de ise görülmemiş, büyük bir hızla İzmir’in kurtarılışıyla taçlanan Büyük Taarruz, yalnız Türk ulusunun bağımsızlığını sağlamakla kalmamış, bu zaferle, yeryüzünde emperyalizme ilk tokat atılarak, esaret altındaki diğer uluslar özgüven kazanmış, bağımsızlık savaşları güçlenmiştir. Cezayir, Hindistan gibi ülkelerde bağımsızlık savaşlarının esin kaynağı 30 Ağustos Zaferi, tinsel (manevi) önderi ise Mustafa Kemal’dir. 
 
Büyük Taarruzun yıldönümünde, 30 Ağustos 1924’te, Dumlupınar’da yaptığı konuşmada, Başkomutan Mustafa Kemal şöyle seslenir:
 
“Bir milletin ruhu baskı altına alınmadıkça, bir milletin kararlılığı ve iradesi kırılmadıkça, o millete hükmetmenin imkânı yoktur. Halbuki yüzyılların çocuğu olan bu millî ruh, kalıcı ve sürekli bir millî iradeye hiçbir kuvvet karşı koyamaz. Hükmedilmek istenmeyen bir milleti, esaret altında tutmayı başaracak kadar kuvvetli zorbalar artık bu dünya yüzünde kalmamıştır. Türk milleti son çarpışmalarıyla, özellikle burada kazandığı zaferle, kazandığı kararlılık ve irade ile herkesçe bilinen bu gerçekleri bir defa daha tarihin sinesine çelik kalemle kazımış bulunuyor.” 
 
Bu tarihsel önemde bir konuşmasıdır. Açıkça içinde bulunulan çağın çelişki ve çatışmaları üzerinden çözümleme yapar.  Özenle vurguladığı, Türkün ulusal yüceliği, özgürlüğüne tutkusudur. O güne kadar sürekli aşağılanan, ezilen, akılsız görülen Türklerin yüzyıllar sonra ilk özgürlük savaşıdır, değer kazanmasıdır. Sıradan bir komutan büyük zaferden o andaki askeri sonuçları ortaya koyar, bununla yetinirdi. Ne var ki Mustafa Kemal 30 Ağustos 1922 Büyük Zaferinden çok önemli düşünsel sonuçlara ulaşmaktadır:
 
“Efendiler, bu büyük zaferin çeşitli unsurları üstünde en önemlisi ve büyüğü, Türk milletinin kayıtsız şartsız egemenliğini eline almış olmasıdır. Bu olayın tarihimizde ve bütün dünyada ne büyük, ne verimli bir inkılâp olduğunu anlatmaya gerek görmem.” 
 
“Efendiler, millî egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş olan kurumlar, her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.” 
 
Büyük askeri zaferin yalnızca askeri anlamının bulunmadığını, eşsiz bir devrimi ve ulus iradesini ifade ettiğini anlatır. Hiç kuşku yok ki Mustafa Kemal Büyük Zaferin uluslararası anlamını da çok iyi bilmektedir. Türk ulusuna gelecekle ilgili, bağımsızlıkla ilgili ülkü belirler. 
 
“Efendiler, milletimizin hedefî, milletimizin mefkûresi bütün cihanda tam mânasile medeni bir heyeti içtimaiye olmaktır. Bilirsiniz ki, dünyada her kavmin mevcudiyeti, kıymeti, hakkı hürriyet ve istiklâli, malik olduğu ve yapacağı medeni eserlerle mütenasiptir. Medeni eser vücude getirmek kabiliyetinden mahrum olan kavimler, hürriyet ve istiklâllerinden tecrit olunmaya mahkûmdurlar. Tarihi beşeriyet baştan başa bu dediğimi teyit etmektedir. Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak, şartı hayattır. Bu yol üzerinde tevakkuf edenler veyahut bu yol üzerinde ileri değil geriye bakmak cehil ve gafletinde bulunanlar, medeniyeti umumiyenin huruşan seli altında boğulmaya mahkûmdurlar” (Dumlupınar Konuşması, 30 Ağustos 1924, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2006. Ayrıca bkz. Osman Attilâ, Büyük Zafer, Güven Mt., 1972, s. 26). 
 
İzmir’de Yunan ordusunu kovmasının ardından, önüne serilen Yunan bayrağını, üzerine basmayı kabul etmeyerek, yerden kaldırmalarını isteyen büyük Başkomutan, ulusun var olmasının koşulunu, uygarlığa değerli katkılar, yapıtlar sunmaya bağlar. Böyle bir zafer çözümlemesine tarihte rastlanmaz. 
Mustafa Kemal’e göre meydan muharebelerinde kazanılan zaferler yeni bir dünya, yeni bir çağ yaratmalıdır. Dumlupınar Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz tam da söz konusu dönüşümü oluşturan meydan muharebeleridir. 
 
Mustafa Kemal değerli yapıtı Nutuk’ta Büyük Taarruzun da ayrıntılı anlatımına yer verir. Önceki dönem hazırlık dönemidir ve çok gizlidir. Genellikle gece çalışılır. Düşmanı yanıltıcı işler yapılır. Meclis’teki muhalefet, ulus ölüm kalım savaşı verirken, ordu başaramaz anlamında, “Biz Sakarya Muharebesinden sonra, işte hala kıpırdayamadık, kıpırdayamıyoruz” demektedir. İstanbul’da “diktatör” bulamayanlar, TBMM’yi kurmuş Mustafa Kemal başarırsa, “diktatör” olmasından korkmaktadırlar! Oysa bir Alman bile Bağımsızlık Savaşımıza hayranlığından Türkiye’ye gelip, Kuva-yi Milliye’ye katılmaktadır (Hans Tröbst, Mustafa Kemal'in Ordusunda Bir Alman Yüzbaşı / Asker Kanı Baltık'tan Kemal Paşa'ya, Çev. Yüksel Pazarkaya, TÜYAP, 2017). 
 
Atatürk Nutuk’ta şöyle anlatır: 
 
“Efendiler, 26, 27 Ağustos günlerinde, yani iki gün zarfında düşmanın Karahisar'ın güneyinde 50 ve doğusunda 20-30 kilometre uzunluğunda bulunan müstahkem cephelerini düşürdük. Mağlup olan düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustos'a kadar Aslıhanlar civarında kuşattık. 30 Ağustos'ta icra ettiğimiz muharebe neticesinde (buna Başkumandan Muharebesi unvanı verilmiştir) düşmanın ana kuvvetlerini imha ve esir ettik. Düşman ordusu başkumandanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına dâhil oldu. Demek ki, tasavvur ettiğimiz kati netice beş günde alınmış oldu.”
 
“Efendiler, Başkumandan Muharebesi'nin neticesine kadar her gün büyük muvaffakiyetlerle gelişen taarruzumuzu resmi tebliğlerde gayet ehemmiyetsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, vaziyeti mümkün olduğu kadar cihandan gizlemekti. Çünkü düşman ordusunu tamamen imha edeceğimizden emin idik. Bunu anlayıp, düşman ordusunu felaketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan vermemeyi münasip görmüş idik. Hakikaten, bizim hareketimizi hissettikleri zaman ve taarruzumuzu müteakip müracaatlar vaki olmuştur.”
 
Zaferin ardında düşman ordusunun her  yönden üstün gücüne karşın, hazırlığın kesin gizlilik içinde yapılması, Başkomutanla ordu ve ulus arasında eşsiz inanç ve güven birliği, disiplin, düşmanın kendi işgal gerekçelerine inanmaması, muharebeler sonucunda Anadolu içlerine çekilerek yıpratılması yatmaktadır. Mustafa Kemal ordusu ve ulusuna öylesine güvenmektedir ki yabancıların, düşmanın görüşme isteğine, o sırada düşman işgalindeki yerde ve tarihte randevu verir:
 
“Bizzat bana verilen bir telsiz telgrafta da, İzmir'deki İtilaf devletleri konsoloslarına benimle müzakerelerde bulunmak salahiyetini verdiklerinden, hangi gün ve nerede görüşebileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da, 9 Eylül 1922'de Nif’te görüşebileceğimizi bildirmiştim. Hakikaten dediğim günde ben Nif’te bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz'e varmış bulunuyorlardı. Muhterem efendiler, Afyon Karahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi ve ondan sonra düşman ordusunu tamamen imha veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekâtımızı izah ve vasıflandırmak için söz söylemeyi lüzumsuz sayarım.
 
Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle neticelendirilmiş olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk subaylar ve kumanda heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden muazzam bir eserdir.
 
Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve bağımsızlık fikrinin ölümsüz abidesidir. Bu eseri vücuda getiren bir milletin evladı, bir ordunun başkumandanı olduğumdan, ilelebet mesut ve bahtiyarım” (Atatürk, Nutuk, C. II, Kaynak Y., 2007, 202). 
 
Tarihi hem yapıyor hem yazıyor Mustafa Kemal. Bu kendine özgü anlatımın üzerine ne söylenebilir ki… 
 
Türkiye’nin jeopolitik konumu yeryüzünün hiçbir coğrafyasına benzemez. Değerini her zaman koruyacağından, gözler hep üzerimizde olacaktır. Lord Curzon’un Lozan görüşmeleri sırasında İsmet Paşa kabul etmediği için cebine koyduğunu, ileride kapısına gelindiğinde yeniden cebinden çıkaracağını söylediği istekler, bugün de geçerlidir. Dolayısıyla sürekli duyarlı bir ulus varlığı zorunludur. Bu topraklar, sıradan bir kitlenin tutunabileceği bir yurt değildir. Bilinçli, duyarlı olunmamasının karşılığı ağır olur. 
 
Çanakkale Zaferimizle başlayan tarihsel savaşımız, 30 Ağustos Büyük Zaferimizle taçlanmıştır; kutlu olsun!

Büyük Taarruz