KASIM-ARALIK 2022 / YAPRAK

Çağımızın usta ulus yapıcısı Mustafa Kemal Atatürk


  

03.02.2023 


“Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetini zâmin (sağlayan GG) prensiplerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeğe devam edecektir (19.VI.1926, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., 2006).

Hemen tüm yurttaşların bildiği bu sözler, Atatürk’e karşı onun üzerindeki suikast girişiminden en bilineni olan, 1926 yılındaki İzmir suikastının ardından söylenmiş, çok etkileyici ve içtenlikli sözlerdir. Bu girişim suikastçılardan birinin valiye ihbarı sonucunda önlenmiştir. Mustafa Kemal’in daha çocuk yaşından başlayarak, düşün dünyası tümüyle yurdun durumuyla, kurtuluş çareleriyle doludur. Yine çocuk yaşında babasını yitirir. Yalnız kalan Zübeyde Anayla, dayısının çiftliğinde birkaç yıl yaşar. Yetişmesinde o çiftlik döneminin de etkisi vardır; sorumluluk alır, görevler yerine getirir, düşünür. Doğayla baş başa kalır. Dostluk kurduğu kuş, başka bir hayvanın saldırısıyla öldüğünde büyük acı duyar.
 
Mesleğine bağlılığının yanı sıra askerlik toplumda etkili olmanın da en güçlü yoludur. Daha ortaokul çağlarında girdiği ordunun yükselen bir subayı olarak yaşamı cepheden cepheye savaşlarda geçecektir. İstanbul’daki Harp Okulu döneminde (1902), arkadaşlarıyla gizli gazete çıkarmaktan birkaç ay hapis yatar. Ağır ceza almaktan, okul müdürü subayın koruması, hoşgörüsüyle kurtulurlar. Ne var ki görev yeri ceza gibidir; Orta Doğu’nun habire yitirilen imparatorluk topraklarında göreve, savaşmaya gönderilir. Artık yüzbaşı rütbesiyle Şam’dadır (Ocak 1905). Şam’dan Filistin’e, bölgede saygınlık uyandırır. Mesleğinin öyle ustasıdır ki emrindeki birlikleri en az yitimle, en az can kaybıyla hareket ettirmeyi başarır. Öngörüleri doğru çıkar. Şam’da, çevresinin desteğini alarak, gizlice Vatan ve Hürriyet Cemiyetini kurar; Selanik’e gider. Örgütleme çalışmalarını orada da sürdürür. Bir yandan meşrutiyet ilanı için çalışırken, 31 Mart 1325 (1909) gerici ayaklanmasını, kıyım hareketini bastıran askeri güce komuta edenler arasında yer aldı. Eylül 1911’de Genelkurmay’a atandı. Birkaç ay sonra binbaşılığa yükseldi. Ocak 1912’de Trablusgarp’tadır. Ülkede ve İttihat ve Terakki içinde etkili Mustafa Kemal’in, İstanbul’dan uzaklaştırılması çabası da vardır bu tür görevlendirmelerin arkasında. Yaklaşık iki yıl sonra Sofya’ya askeri ateşe olarak atanır. Şubat 1915’te Tekirdağ’da, 19. tümeni kurmasının ardından Maydos’a, Çanakkale’ye geçer. 
 
Çanakkale Savaşı tam da dünyanın en önemli kırılma olaylarına rastlamıştır. Yayılmacı (emperyalist) güçler tüm donanmalarıyla, ordularıyla, mühimmatlarıyla Çanakkale’ye saldırırlar. İlk çıkarma girişimlerinde savaşın kaderi değişir; değiştiren Mustafa Kemal’in "süngü tak" buyruğudur. Alman cephe komutanı General Liman von Sanders’in kararının aksine, düşman birlikleri Mustafa Kemal’in öngördüğü kıyıdan çıkarmayı denerler. Mustafa Kemal çadırdan yönetmez, çatışma zamanı ordusunun başındadır. Askeriyle bütünleşir, yiğitlerini yürekten sever. Onlarsa komutanı anlamış, gönüllerine yerleştirmişlerdir. Çanakkale Zaferi'nin, birkaç yıla oluşturulacak Türk ulus kimliğinin önsözü sayılması bundandır. Çanakkale’yi geçebilselerdi İstanbul’u daha 1915’te işgal edecek, Karadeniz’e çıkacak, Çar rejimine destek olacak, Bolşevik Devrimi de Türk Devrimi de daha ileri tarihlere kalacaktı. 
 
Çanakkale Zaferi sonrasında Mustafa Kemal tuğgeneraldir. Yeni görev yerinde Bitlis ve Muş’u kurtarır (Ağustos 1916). Mustafa Kemal eş zamanlı olarak başlıca iki cephede savaşmış ve başarmıştır. İşgalci emperyalizme karşı ve ikinci olarak varlığını işgalcilerin çıkarlarıyla birleştirmiş monarşiye karşı. İki cephede eş zamanlı başarı yaşamsal önemdeydi. Örneğin Yunanistan’ın yakın tarihi, krallığı uzun zaman yıkamamanın acı sonuçlarıyla doludur. Ta 1974 yılında, Türkiye’nin oluşturduğu siyasal sarsıntı sonucunda cunta ve krallık yıkılmıştır. Türk Devriminin bize ve insanlığa neler kazandırdığını anlamak için çok öğreticidir.

Haber Görseli

Toplumsal yapılar birbirinden kesin ayrılıp yalıtılamaz. Yeni gelen düzen eskisini zamanla ve savaşımla (mücadele) etkisiz kılar. Anamalcılıktan (kapitalizm) bir önceki derebeylik düzeni toprak egemeni ile onun buyruğunda yaşayan serf/reaya arasındaki ilişkiye dayanır; eşitsizlik, esaret üretir. Kentlilik, sanayi, endüstri ilişkileri görece özgür bireyi, işçiyi, özgür köylüyü gerektirir. Felsefe de özgürlüğü bu yaklaşım yoluyla tanımlar ve açıklar. 
 
Atatürk ulus yapıcıdır; tarım/derebeylik toplumunun eşitsiz düzenini yıkmış, yerine yurttaş-devlet-anamalcı ilişkisini, cumhuriyeti, hukuk düzenini kurmuştur. Öylesine büyük bir devrimdir ki “reform” diyerek hafifletmeye çabalayanlar çok yanılırlar. Ne seven, gönülden seven bizler Atatürk’ün itaatkâr “bağlısı”yız, ne de Atatürk buyurgandır. Özgürlüğü insan olmanın başat gereği saydığımızdan, bu yolda canını adamış Atatürk’ü, eleştirel eğitimi, kadın-erkek eşitliğini, çalışma haklarını, bölgeler ve evrensel barışı… getiren Mustafa Kemal Atatürk’ü çok sever, sayarız. Hiç unutmayız. Büyük uluslar, büyük evlatlarını hiçbir zaman unutmazlar! Böyle halkların vefa duyguları güçlüdür. Tersi durumda ayak altında kalır, silinip giderler.  Kısacık ömrü göstermiştir ki Atatürk usta stratejist, savaşçı, insancı, devlet adamı, siyasalcı, düşünür, bilgin, dilcidir. Ulus yapıcısıdır. Bu savımızı biraz açalım. İnsanlık tarihinde toplumsal ilişkiler sürekli ileriye, diğer deyişle bireyin özgürleşmesine, yeteneklerini geliştireceği koşullara, geçim kaygısından uzak biçimde ulaşabileceği ortamlara doğru değişir. Değişir, sürekli değişir… Bu kutsal eyleme önderlik edenler çok büyük iş görürler ve unutulmazlar. 
Her toplumun lideri o toplumun en azından bir kesimince saygın ve anlamlı görülür. Ne ki göreceli yaklaşıldığında yine tarihsel kanıtlar, belgeler ışığında başarılı bir savaşçı, bürokrat olmaktan öte geçemediği de anlaşılabilir. Giderek kıyımcı, acımasız, ırkçı bile sayılabilir. Mustafa Kemal yalnızca kayıtlardan ulaşılabilmiş yaklaşık dört bin kitap okumuş, yazdığı Geometri adlı kitabında türettiği hemen tüm sözcükleri kullandığımız, Batı’dan çok önce uygar dünya gereği hukuk, yargı, eşitlik, emek hakları düzenini kurmuş, ulusunu üstün kültüre, eğitime layık görmüş, halkını yürekten sevmiş, her alanda kendini yetiştirmiş bilge insandır. 
 
Mustafa Kemal Atatürk yalnızca Türk ulusunun değil, insanlığın büyük önderidir. Cezayirli bağımsızlık savaşçısının da Hintli bağımsızlık savaşçısının da önderidir. Bu gerçeği 1981 yılında Birleşmiş Milletler UNESCO örgütü oy birliğiyle benimsemiş ve duyurmuştur.   Atatürk, komuta ettiği savaşın her döneminde yurdundadır. Dışarıdan bir anda dönüp, eylemin başına geçmiş değildir. Diğer ulusları boyunduruk altına almak amaçlı savaşmadı. Yurdunu, toprağını korudu, özgürlük ve bağımsızlığı sağladı. Türklüğü Anadolu’dan öte yeryüzünden silmek isteyenlerin heveslerini kursaklarında bıraktı. Sultanın tehditleri ve buyrukları yağmaya başlayınca, üniformasını çıkarıp, ulusun bir bireyi olarak direnişi örgütlemeye girişmesi, halkına sonuna dek güvenip inanması zaferinin ana gücünü sağlar. Önder insan budur; ölümü göze alır. (Sevgili Zübeyde Ana bu dönemde görme yeteneğini yitirecek denli keder içinde kalır, oğlu öldürüldü sanır).

Haber Görseli

Hemen her alanda yetkindir. Gelişmiş beğeninin çok sesli müziği algılamasını çok önemser. Senfoni orkestrasını kurdurur. Kişi olarak Balkan müziğini, zeybek oyunlarını, türkülerini özellikle sevmesine karşın ulusu çok sesli müziği tanıyıp dinlemeye yönlendirir. Yurdu baştan başa, her istasyonda durarak dolaşan tren sanat öğretir. Ressamlar Anadolu içlerine gönderilerek resmetmeleri sağlanır. Alfabeyi Latin alfabesine dönüştürerek (1 Kasım 1928) Dil Devrimi başlattı, yaklaşık yüzde 7 dolayındaki devralınan okur oranını hızla, aşama aşama yükseltti, anadilimiz Türkçeye hak ettiği değeri kazandırdı. Türk Dil ve Tarih kurumlarını, dernek yapısında kurdu. Türkçemiz romanın, şiirin, oyun sanatının, felsefenin… dili olmuş, yazın akımları doğmuştur. 
 
Hayvanları çok sever Atatürk.  Gözünden sakındığı atları, köpekleri vardır. Arkalarından ağlar. Venizelos’a Ankara kedisi armağan eder.  Dolmabahçe’deki ceylanı sık sık ziyaret edip, okşar, sever.  Doğa sevgisi tüm sevgisiyle bütündür. Yalova’da çınarı kurtarır, evi raylar üzerinde kaydırır. Ankara Söğütözü’nde o tatlı Rumeli seslenişiyle koliba dediği kulübesi vardır. Huzur bulur orada, kuşları dinler, çalışır. Kurduğu çiftliklerden Orman Çiftliğini bataklıkken yemyeşil eder. Yetişmez denilen ağaçları, çiçekleri, bitkileri yetiştirir. 
 
Kimi her şeyi bilenler, buyurgan demeye getirirler Atatürk için. Dileyen rahatlıkla soru sorabilir. Yanıtını alır, incelikle, içtenlikle. Sofrasında tartıştığı kişiyi bile hemen ardından bakan yapar. Giderken cebinde harçlığı var mıydı, diye sorar. Ölümüne kadar korkudan açıklanmadığını varsaysak, ölümünden sonra yazılır, çizilir kanıtlanırdı… Ülkede okumuş yok, yazan yok. Hepsi hepsi bir avuç. Atatürk tümünü değerlendirmeye çalışır. Yurt dışına yollar. Eğitim görmelerini sağlar. Gönderilen gence, tren istasyonunda "Gazi’nin size telgrafı var", denerek yetiştirilen yüreklendirici telgraflar gönderir. Uçak Fabrikasına kadar böyle bir inançla kurulur, üretim yaptırılır. 
 
Savaştığı düşmanlarının bile saygı duyduğu önder olmak kolay değildir. Venizelos Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterir. Ya Trikopis ve yanındakileri esir alındıklarında teselli edişi. General Trikopis o denli etkilenir ki izleyen her 29 Ekim’de Atina’daki Türk Büyükelçiliğine gider, Atatürk portresi önünde saygı duruşunda bulunur. Ölünceye kadar (1956) bu sürer gider…

Haber Görseli

Atatürk yaşamını yitirdiğinde 57 yaşındadır. Sıtma, cephelerdeki kötü koşullar, birçok kez tehlike atlatışı, bir gözünün top ateşiyle, barut püskürüşüyle göremez duruma gelişi… Bu yaş, yaşama gözlerini yumacak yaş değildir. Hele de Atatürk için… Siroz tanısı konmakta çok gecikilir. Sigaraya içkiye bağlanmaya çalışılır. Yaklaşımlar yüzeyseldir. Karnından su almakla tedavi edildiği sanılır. Yetmezmiş gibi yabancı, Türk herkes Atatürk’ün yanına girebiliyor, işlem yapabiliyor, muayene edebiliyor. Sakıncaları düşünülmeden… Verilen ilaçlar denetlenir miydi? Oysa o yıllarda da ortam kurtlar sofrası. Seveni, hele yabancılardan sevmeyeni var. Biraz olsun kendine geldiğinde pencereden gençleri, yurttaşları selamlar. 
Tüm varlığını vasiyetiyle ulusuna bağışlamıştır. Kişisel yanı çok sınırlıdır bu vasiyetin. 
 
10 Kasım 1938, saat dokuzu beş gece son soluğunu verir, aramızdan ayrılır. Bu zaman, Türk tarihinde simgeleşmiştir. O denli sel geçti, sarsıntı yaşandı, araya on yıllar girdi, Atatürk’ün o eşsiz anısından, düşüncesinden, ülküsünden, sevgisinden çakıl taşı koparamadı. O çok sevdiği ulusunun gönlündedir. Böyle bir sevgi, saygı bağı görülmemiştir.

Mustafa Kemal Atatürk