EYLÜL-EKİM 2023 / KAPAK KONUSU

Cumhuriyet Türkiye'nin uluslararası alandaki itibarını daha da yükseltti


Sema ÖZAY    

27.12.2023 


Milletimizin genç yaşlı, kadın erkek demeden verdiği kurtuluş mücadelesinden sonra bağımsızlık düşüncesi ile 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet, tarih yolculuğundaki varoluş mücadelemizi taçlandıran birlik ve beraberlik ruhunun en büyük eseri.

Bu yıl, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yokluklardan çıkardığımız mucizenin adı olan Cumhuriyet’in 100’üncü yılına ulaşmanın gururunu yaşıyoruz.  Anadolu toprakları üzerinde son bin yılda kurulan üçüncü devletimiz olan Türkiye Cumhuriyeti'ni Türkiye Yüzyılı vizyonu ile daha iyi yerlere taşıma hedefini paylaşıyoruz.  Biz de Türk Tarım ve Orman Dergisi olarak dönemin şartlarını okurlarımıza aktarmak için cumhuriyetin kuruluşu, ülkemize kazanımları ve erken cumhuriyet döneminde tarım alanında  yapılanlar hakkında Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Okan Ceylan ile bir söyleşi yaptık.

Anadolu’nun içinde bulunduğu durum, yer aldığı coğrafya ve o tarihteki dünya gerçekliğini dikkate alarak bir değerlendirme yapacak olursanız Türkiye Cumhuriyeti hangi şartlarda kuruldu, milletimiz için cumhuriyet ne ifade ediyor?

Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeden İttifak Devletleri arasında yer alan Osmanlı İmparatorluğu, galip gelen ittifak devletleri tarafından işgal edildi.  Ardından Misakımillî ile sınırları çizilen anavatanı kurtarmak için Büyük Önder Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da meşalesini ateşlediği kurtuluş mücadelesi başladı. Türk milleti bu savaşla Sevr Anlaşması'yla dayatılanları yırtıp atarak kendi kaderini  yeniden yazdı. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk'ta Sevr'den bahsederken, "Türk milletini yüz yıllardır yok etmek için yapılan büyük suikastın son halkasıdır." der. Sevr'i anlayabilmek için geriye gidip bakmak lazım. Aslında tarihi olaylarda sadece aktörlerin adı değişiyor ama sahnelenen proje hep aynıdır. Bugün de büyük devletlerin derdi dünyaya hükmetmektir. Dolayısıyla 19. yüzyılda da büyük devletlere baktığımızda temel meselenin Osmanlı’nın hakimiyetindeki jeostratejik öneme sahip toprakları ele geçirmek olduğunu görürüz. 

Kurtuluş Savaşı da cumhuriyet de ülkemiz için, milletimiz için çok değerlidir. Türk milletinin hakikaten kaderini değiştirmiş ve tarihe altın harflerle yazılmışlardır. Çünkü cumhuriyet eşitliktir, adalettir, kalkınmadır, gelişmedir. 
 
Biz hariç Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeden diğer İttifak Devletleri 1930’larda faşizme evrildi. Ne yapacaklarını bilemediler. Hepsi meclislerini kapattılar. Buna karşın bizim meclisimiz savaş sırasında da Cumhuriyet kurulduktan sonra da açıktı. Bizi faşizmden koruyan Mondros’un yerine koyduğumuz Mudanya Ateşkes Anlaşması ve Sevr’in yerine koyduğumuz koruduğumuz Lozan Anlaşması'dır. Bir anlamda Millî Mücadele’nin diplomatik başarısıdır. Yani biz mücadele ederek belirli haklar elde ettik ve bu hakları korumaya çalışıyoruz. Lozan bizim garantimiz oldu. Bu sadece askerî ve siyasi boyutta da kalmadı. Nitekim Cumhuriyeti kuran kadro Atatürk’ün ilke ve devrimleri sayesinde 1930’larda emperyalizme karşı kültürel ve entelektüel mücadele verdi. Bu bizim cumhuriyetimizin istikrarı ve devamlılığı için fevkalade önemli. Bunu bugün Orta Doğu’nun işgal sürecinden anlayabiliriz. Kurtulmaksa İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra İngilizler Irak’tan Fransızlar Suriye’den gitti. Ama 70 yıl sonra emperyalizm o ülkelere geri döndü. Niye derseniz biz bunu Atatürk ilke ve devrimlerine borçluyuz. Çünkü Türklük bilincini uyandırdı. 1931’de Türk Tarih Kurumu, 1932’de Türk Dil Kurumu, 1937’de Eğitmen Kursları açıldı. Sonra bunlar  Köy Enstitüsü oldu. 1932’de Halk evleri aracılığıyla folklorik eserlerin derlenmesi yapıldı. 1930’lu yıllarda Türk kültürünün en saf formlarının olduğu yerler köyler, bunun için de köylere gidildi. Tabii bu köyler ekonomik açıdan geri kalmışlar. Halk yoksul, eğitim düzeyi çok düşük. Oralara dokunulamamış. 1939’dan itibaren Köy Enstitüleri ile kısmen ulaşılmaya başlandı. Halk müziği eserleri köylerden derleniyordu. 
 
TÜRK MİLLETİ ASKERİ, SİYASAL VE KÜLTÜREL MÜCADELE VERDİ
 
Atatürk Türk kültürü ile gurur duyuyordu. “Nasıl ki Fransızların kadın erkek birlikte yaptıkları valsleri varsa, bizim de zeybeklerimiz var” diyor. Türk ulus devleti, bu yaptıkları ile kendi kültürünü ve kimliğini bilen, özgür düşünen, kendi haklarını koruyabilen bir vatandaş inşa etmek istemiştir. Cumhuriyet Türk vatandaşlığı kimliğini inşa etmiştir. Bu durum aslında 1789 yılında meydana gelen Fransız Devrimi’nin ortaya koyduğu ulus devlet modeline bir nevi uyumdur. Daha da öncesine gidersek 18. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı bir klasik ortaçağ imparatorluğu idi. Onu asla yadırgamıyorum. Çarlık Rusyası da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da aynıydı. Bu imparatorlukların ortak özellikleri vardır. Asla sömürgeci değiller; verimli arazileri, stratejik yolları ve limanları ele geçirirler. Buraları vergilendirirler. Çünkü o zamanın ruhu buydu. Bu ruh Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi ile kırıldı.   Bizim açımızdan da Tanzimat ulus devlete geçişte çok önemli kırılma noktası olmuştur. 

Haber Görseli

19. yüzyılda ilan edilen Tanzimatın getirdiği kurallar merkezileşme, hukuk devleti, adil vergilendirme ve kanunlar önünde eşitlikti. Atatürk, Cumhuriyeti kurma fikri ile yola çıkarken Tanzimattan ve Fransız aydınlarından çok etkilenmiştir. Cumhuriyet, Tanzimatın üzerine eklenmiş evrimci modernleşme şekli değil devrimci modernleşme şeklidir. Yani çağın ihtiyacı olan kurumları açarken cevap vermeyen kurumları kaldırdı, yerine yenilerini koydu. Her şeyi kontrolü altına aldı.  Ulus devletlerin özelliği budur. Cumhuriyet hem siyasi hem ekonomik anlamda 19. yy. Osmanlının devamıdır ve bu devamlılık devrimci modernleşme şeklinde devam etmiştir.
 
Osmanlı zamanında birçok kimseye sorun uzaktaki bir ili bilmez. Çünkü çok  milliyetli devasa toprakları olan bir devlet. Ortak vatan mevhumu Balkan Savaşlarından sonra ortaya çıktı. Altyapısını İttihat ve Terakki oluşturdu, Misakımillî’de nereye vatan diyeceğimizin sınırları çizildi. 29 Ekim 1923’te ise bu coğrafyanın Türkiye Cumhuriyeti  olduğu tüm dünyaya ilan edildi. Lozan’da da hukuken kanıtlandı.
 
ATATÜRK ÇAĞININ ÇOK İLERİSİNDE BİR LİDERDİ
Cumhuriyetin ülkemize ve vatandaşlarımıza kazanımları neler? 
 
Atatürk çağının çok ilerisinde bir liderdi. Çok büyük bir Türk büyüğü idi. Türk kimliği ilk defa Cumhuriyetle bu ülkenin asıl unsuru oldu. Ben bir köylü çocuğuyum. Cumhuriyet olmasaydı Boğaziçi Üniversitesini rüyamda bile göremezdim.  Devletin yöneticileri, bürokratların hiçbiri o makamlara gelemezdi. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi en önemli kazanımlarından birisi sınıflar arası geçişleri mümkün hâle getirmesi.  Bir  başka kazanım devletin karşısında kanunla tanımlanmış belirli hakları olan bir vatandaş ve birey olarak yer almamız. Bununla birlikte hayat standartlarının, eğitim ve kültür seviyesinin yükselmesi. Kısaca, Cumhuriyet, Türkiye’nin ve Türk milletinin uluslararası alandaki itibarını daha da yükseltmiştir.  
 
Örneğin, Medeni Kanun hukuk alanında en önemli kırılma noktasıdır. Çünkü, bir yurttaş tipolojisi yaratttı. Toplumdaki dönüşüm kadınlar üzerinden olur. Cumhuriyet de kadının toplumdaki statüsünü erkekle eşitledi. Miras hakkı, eğitim hakkı, evlenme ve boşanma hakkını güvence altına aldı. Dünyada Amerika ve Baltık ülkelerinden sonra 1934 yılında kadınların seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu, üçüncü ülkeyiz. O dönemde kadınlar İsviçre’de eşinin izni olmadan bankada hesap açamıyorlardı. Tabii ki bu dönüşümler söylendiği kadar hızlı olmadı. Toplum, haklarına sahip çıkma bilincine ulaştıkça gelişti.

Fotoğraf Galerisi

O DÖNEM EKONOMİ DENİLİNCE TARIMI ANLAMALIYIZ
Cumhuriyetin tarım politikasının öncelikleri nelerdi? 
 
Cumhuriyetin tarım politikasını anlamak için zamansal manada 19’uncu yüzyılın ikinci yarısını iyi anlamak lazım. İkinci olarak o dönemin tarım sektörünü anlamak için yine o dönemin politikalarını, ekonomisini, toplumsal yapısını  iyi anlamak  lazım. Cumhuriyet kurulduktan sonra yapılanları fark etmek için öncesini de bilmek lazım.
 
Cumhuriyet kurulduğunda doğal olarak Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ekonomik yapıyı, tarımsal yapıları ve beşeri sermayeyi devraldı. Bunlar üreticiler, ekili alanlar, üretim imkânları, ekonomi. Bölgeden bölgeye değişmekle beraber ortalama olarak nüfusun yaklaşık yüzde 80’i köylerde yaşıyordu. Bu köyler kendi içine kapalı, kendi ihtiyacı için üretim yapan toplumsal birimlerdi. Cumhuriyet kurulmadan önce milletimiz on yıllık bir savaş evresi geçirdi.  Balkan Savaşlarıyla başlayan,  Birinci Dünya Savaşı ile devam eden ve Millî Kurtuluş Savaşı ile sonuçlanan tam 10 yıllık bir savaş evresi. Bu savaş sürecinde en nitelikli iş gücünü oluşturan genç erkekler silah altına alınarak cepheye gönderildiği için geriye kadınlar, hastalar, yaşlılar ve çocuklar kaldı. Bütün yük, bu durumda kadınların omuzuna bindi. Ekilen alanlar azaldığı için üretim düştü, enflasyonist baskı arttı. Bu nedenle cumhuriyete geçerken zaten iyi olmayan ekonomide bir de daralma yaşandı.  O dönem ekonomi denilince yüzde 80 oranında tarım sektörünü anlamalıyız. Hem ülkedeki istihdam hem üretim hem ihracat tarıma dayalı. Tütün, üzüm, incir, ham ipek, tiftik, pamuk, halı, afyon ve hububat ihraç ediliyordu. 
 
ATATÜRK  DÖNEMİNİN DEVLETÇİLİĞİ MİLLî İKTİSATA DAYANIR
 
Sözünü ettiğimiz yapının oluşmasında daha önce belirttiğim gibi savaşlar çok etkin. Balkan Savaşlarıyla kaybedilen topraklardan Anadolu topraklarına 4-5 milyon arasında insan göç etti. Daha önce oralarda yaşayan Müslüman-Türkler kimliklerinden dolayı göç etmek zorunda kaldılar. Devlet, ticaret, ihracat, ithalat gibi tüm üretim süreçlerine, tüketim süreçlerine toplumsal bir takım uygulamalara müdahale etmek zorundaydı. Savaş var, liberal politikalar izlemek imkânsız. Kontrol altına alınmazsa gıda fiyatları yükseliyor, gıda bulma sorunu yaşanıyordu. Örneğin Zirai Mükellefiyet-i Muvakkat Kanunu çıkarıldı. Bu Kanunla devlet, savaş döneminde çiftçileri tarlalarını ekmeye mecbur kılıyor, cephe gerisindeki askerî birliklerin de çiftçinin ekim ve hasat işlemlerine yardımcı olmasını istiyordu. Tarımın insan emeğine dayalı ama emeğin kıt olduğu bir dönemdi.  Çünkü 19. yüzyılda da nüfusu artıramama gibi bir sorun vardı. 20. Yüzyılın başlarında doktor raporlarına göre ortalama yaşam süresi 31-32 yıldı. Doğan 10 çocuktan 8’i ölüyordu. Salgın hastalıkların önüne geçilemiyordu.  Tarımsal üretimi artırmak için öncelikle sağlıklı bireylere ihtiyaç vardı. İş gücünün artması üretimin artması demek. Örneğin Birinci Dünya Savaşı'nda gıda fiyatları 20 kat artmış. Saydığımız nedenlerle üretim yetersiz, talep aynı. Toplumun okuma yazma oranı en iyi ihtimal yüzde 10. Aynı tarihte farklı tarihsellik yaşayan köylerimiz vardı.
 
Özetle Osmanlıdan devraldığımız tarım, iptidai bir tarım. 1920’lerden sonra cumhuriyet halkı ve bilimi dikkate alarak Türk tarımını modernleştirmeye çalıştı. Bu bir zorunluluktu, yapmak zorundaydı.  Ama bu dönemde 3 önemli kırılma yaşandı. İlki Birinci Dünya Savaşı, ikincisi 1929 Ekonomik Buhranı ve üçüncü kırılmamız da İkinci Dünya Savaşı'dır.
 
Atatürk döneminin devletçiliği İttihat ve Terakki’nin Balkan Savaşları döneminde temellerini attığı Alman modeli bir ekonomi olan millî iktisada dayanır. Bu anlayışın Türkiye’deki fikir babası Ziya Gökalp’tir. Atatürk ilkeleri içindeki devletçilik de millî iktisat fikrinin devamıdır Bu iktisadi millîyetçiliktir. Toplumda ve siyasette Türklük bilincinin öne çıkması bu dönemlerde daha görünür oldu. Bu ekonomiye de yansıdı. Millî iktisat o günün savaş şartları içinde ülkenin ihtiyaçlarına somut bir ekonomik yaklaşım. 1920'lerde devletin birinci hedefi kendine yetmek; ikincisi de sanayide, tarımda, ticarette yerli ve millî bir burjuva sınıfı yaratmaktır. Yani benim zenginim benden olacak, Türkçe konuşacak ve Müslüman olacak diyor. Çünkü, Osmanlı döneminde bu işler gayrimüslimlerin elindeydi. Çünkü, bir millet kendi millî burjuva sınıfını oluşturmadan bu devleti ben yönetiyorum diyemez.
 
Tarım çok renkli alan ve o dönemde tarımın sorunları çok ve çeşitli. Çok önemli nakliye sorunu var. Pazar mekanizması çok dar. 19. yüzyılın başında dışa açık bir ekonomik yapı var. İngilizlerin, Almanların inşa ettiği demir yolları ile Osmanlı önce Anadolu içinde, sonra sınırları dışında demir yollarının gittiği yere kadar dünya kapitalizmine eklemleniyordu. Trakya, Çukurova gibi verimli ovalar o zamanda dış pazarlara açılıyordu. Anadolu’da 1863-1913 döneminde 3 bin km, Erken Cumhuriyet Dönemi'nde 4 bin km demir yolu inşa edildi. Burada belirtilmesi gereken yabancıların inşa ettiği demir yolları tarım ürünlerini yurt dışına taşımak içindi. Örneğin Aydın Ovası'ndaki pamukları İngiltere’ye Manchester’a taşıyordu. Cumhuriyet Dönemi'nde yapılanlar ise Anadolu’yu birbirine bağlayan hatlardı. Yani yabancılar kendi çıkarları için demir yolu yaptılar.  Demiryolları tarım ürünlerinin pazarlanması açısından çok önemli. Örneğin, Osmanlı-Rus savaşından sonra Bağdat demir yolu ile  İstanbul’un buğday ihtiyacı ilk defa Konya Ovasından ulaştırılır. İç pazarlardan nakliye imkânı olmadığı için daha önce İstanbul’un hububat ihtiyacı gemilerle Rusya’dan karşılanıyordu. Atatürk Dönemi'nde  bu demiryolları paraları ödenerek yabancılardan satın alındı ve millîleştirildi. 
 
Cumhuriyet kurulduktan sonra tarımsal yapıyı iyileştirmek için neler yaptı?
 
Cumhuriyetin ilk yılları toparlanmakla geçti. Tabii ki devlet her alanda etkili, iktisadi millîyetçilik anlayışı var.  Lozan’daki anlaşmalar gereği 1929’a kadar gümrük tarifelerimizi belirleyemediğimiz için bazı müdahaleler sınırlı kaldı. Burada en önemli adımlardan birisi İzmir İktisat Kongresi. 17 Şubat-4 Mart 1923 yılında düzenlenen İzmir İktisat Kongresiyle bugünkü İzmir Enternasyonal Fuarı'nın temelleri atılmış oldu. Ülkemizde üretilen ürünlerin dış pazarlara açılması, yeni pazarlar bulunması açısından son derece önemlidir. 

Fotoğraf Galerisi

KÜÇÜK ÇİFTÇİYİ GÜÇLENDİRMEK BİR ZORUNLULUKTU
 
Atatürk ve Cumhuriyeti kuran kadro şunu çok iyi biliyordu. Cumhuriyete ulaşmanın üç evresi vardı. Bir askerî mücadele. Burada ağırlıklı olarak köylü çocukları savaştı. İkincisi diplomatik zaferimiz Lozan Anlaşması. Bu anlaşmayla tüm dünya bizi hukuki açıdan, diplomatik açıdan ve  siyasi açıdan eşit bir devlet olarak resmen tanıdı. Bir de 1930’lu yıllarda bizim entelektüel mücadelemiz var emperyalizme karşı verilen. O da Atatürk ilke ve inkılapları ile şekil bulmuştur. Cumhuriyetin temellerini sağlamlaştırmak için küçük çiftçiyi ve  orta ölçekli üreticiyi güçlendirmek zorunluluktu.  Anadolu’da bir aydınlanma ve özgür düşünen birey yaratmak amaçlanıyordu. Bu bireyin bir sermayesi olması ve kendi ayakları üzerinde durması, Cumhuriyetin ayaklarının sağlam basması demekti. 
 
Bu nedenle 1920’li yıllarda köylülerin gelirini artırmak için üretilen ürünün yüzde 10’unu alan aşar vergisi kaldırılıp vergi ağırlığı kentlere kaydırıldı. Aşar vergisi o dönem bütçe gelirinin yüzde 27’sini oluşturuyordu. 1920’lerin başında köylü lehine yapılan iyileştirmeler 1930’lardan sonra hissedilmeye başlandı. Bu da Köy Enstitüleri ile oluyor. Köy Enstitülerinin çok özel yeri var. Bugünle kıyaslarsak hataya düşeriz. Mutlaka eleştirilecek tarafları var ama o okullar Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu tarımsal modernleşmenin temelini atmışlardır. Örneğin ben çiftçi çocuğuyum ama tarih hocası olmuşum çiftçiliğe devam etmemişim. Tarım bir kültürdür. Buralarda o köyün ihtiyaçlarına göre tarım dersleri açılıyor ve köylerde kalacak öğretmenler yetiştiriliyordu. Uygulamalı marangozluk, tamir, inşaat, tarım gibi birçok konuda donanımlı ve özgüveni yüksek öğrenciler yetiştiriliyordu. 
 
ANADOLU HALKININ SERMAYE BİRİKİMİ YOKTU
 
1929 buhranı ile tarım ürünlerinin fiyatları düşünce tarımdan yüz çevrilmiyor, siyasi ve iktisadi tedbirler alınıyor ki devletçilik burada zorunluluğa dönüşüyor. Çünkü Anadolu halkının özel girişimde bulunacak bir sermaye birikimi yok. Devam eden tarihsel süreçte, tarımda birinci olarak çay ve şekerpancarı gibi ürün çeşitliliğini artırmak ve bunların sanayisini kurmak,  ikinci olarak da verimliliği artırmak amaçlanıyordu. Türkiye’de pirinç tüketiminin artışı dahi Cumhuriyet sonrası olmuştur. Bu nedenle tohum ıslah istasyonları, devlet üretme çiftlikleri ve zirai kombinalar kuruldu. Tarımda makineleşmeyi sağlamak ve modernleştirmek isteniyordu. Bu dönemde Türkiye’nin ilk üniversite kampüsü olan Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü kuruldu. 1925’ten itibaren Samsun, Yeşilköy, Eskişehir, Kayseri ve Antalya’da araştırma enstitüleri kuruldu. Ekonomik Buhran'ın etkileri 1930’lardan sonra güçlü hissedildi. Türk Parasını Koruma Kanunu ve buğday fiyatlarını belirli bir düzeyde tutmak için Buğday Kanunu bu dönemde çıkarılıyor. Cumhuriyet Dönemi'nde yapılan demir yolları ile başkent bütün Anadolu’ya bağlandı yani iç pazarları bütünleştirildi. 
 
Tabii olumsuz tabloyu düzeltmek söylenildiği kadar kolay değildi. Tarımda kullanmak üzere sınırlı sayıda da olsa traktör alındı. Bu traktörler daha çok Ege ve Çukurova’da vardı. Bu noktada Çukurova son Osmanlı döneminde de tarımın en mekanize olduğu bölgeydi. Ancak alınan traktörler '29 Ekonomik Buhranı'yla petrol fiyatları çok  arttığından, yine yedek parça ve bozulması durumunda tamir için yetişmiş usta olmadığından tarımda kullanılamadı. Atla çiftçilik yapmak bile 93 Harbi'nden sonra Kırım’dan gelen göçmenlerle Eskişehir ve Çukurova’da  başladı. Daha önce Anadolu’da öküzle tarım yapılması yaygın.  O yüzden daha fazla üretmek hem de  katma değerli ürüne dönüştürmek gerekiyordu. Tarımda sanayileşme zorunluydu. Halkın ihtiyacını karşılamak, bir savaş durumuna hazır tutmak lazımdı. Toprak Mahsulleri Ofisi de bu dönemde kuruldu.
 
ANADOLU’NUN VE TRAKYA’NIN HER ŞEYE İHTİYACI VARDI
 
Atatürk eski devlet geleneğini çok iyi bilen bir liderdi.  Ülkeyi her sahada geliştirmeye çalışıyordu. Başarılı olduğumuz alanlardan en önemlisi sağlıktı. Kapitalizmin başarılı olması için sizin yurttaşlarınızın sağlıklı olması lazım. Bir taraftan savaşlar ve göçlerle Anadolu nüfusu 1913’lere göre yüzde 20 azalmışken bir yandan da hastalıklar can alıyordu.  Bizim en çok mücadele ettiğimiz ve tarımda iş gücünü kıran hastalıkların başında sıtma gelir. Bu amaçla 1924-48 arasında 61 bin 592 hektar bataklık kurutularak tarıma açıldı. 
 
Atatürk’ün müthiş bir stratejist, müthiş bir dâhi ve lider olduğunu hepimiz biliyoruz. 1930’lu yıllarda Avrupa savaşa giderken Türkiye elindekileri tarıma, sağlığa, ekonomiye ve ülkenin kalkınmasına harcadı. Kalkınmada devletçiliğin etkisinin yoğun olarak yaşandığı dönem. Zaten Osmanlı Dönemi'nde iş adamları ve tüccarlar azınlıklardan oluştuğu için yerli özel sermaye birikimi de yok. Anadolu çok zor şartlarda  imar edilmeye çalışıldı. Eğitim, sağlık, tarım, sanayi başta olmak üzere her şeye ihtiyaç vardı. Yerli ve millî şirketlerin kurulmasına ihtiyaç vardı. İş Bankası ilk olmak üzere Sümer Bank ve Etibank o dönemde kuruluyor. Şeker, dokuma, bez fabrikaları bu dönemlerde kuruldu. Atatürk’ün Ekonomi Bakanı Celal Bayar İttihat veTerakki'nin içinden yetişmiş ve ekonomiyi çok iyi bilen birisiydi. 
Yapılan her yatırımın, kurulan sanayinin sadece ekonomik değil sosyolojik boyutları da var. Bir olay anlatmak istiyorum. Uşak ve Alpullu Şeker Fabrikalarının kurulduğu dönem Trakya ekonomisi Yahudilerin elinde. Bulgaristan, Edirne Yahudileriyle bağlantı kurarak buraları işgal etmek istiyor, sürekli tehdit ediyorlardı. Nereye baksanız Yahudiler. Türkler sadece işçi. Dolayısıyla bölge halkı Bulgaristan yüzünden bir gelecek endişesi ve yerinden edilme psikolojisi yaşıyordu. 1920’lerin ortalarında Kırklareli Alpullu ve Kütahya Uşak’ta açılan şeker fabrikaları çok önemli yatırımlar. Özellikle Alpullu Şeker Fabrikası Rumeli’den gelen göçmenlerin bu bölgeye iskânında ve Nöyi Antlaşması sonrasında faşist ve yayılmacı politikalarıyla Trakya’ya tehdit oluşturan Bulgaristan’a karşı da bir önlemdir. İstanbul’un ve Boğazların güvenliği için Trakya’daki Türk nüfus olmalıydı. Özetle, şeker pancarı Cumhuriyetle birlikte gelen ve Trakya’da köylüyü toprağa bağlayan stratejik bir ürün.  Rize’de çay aynı şekilde köylüyü yerinde tutmuştur. Buğdayın yanı sıra pamuk, susam, tütün, haşhaş  gibi ürünler, köylünün gelir kaynağı olduğu gibi ihraç ürünü de olmuştur. 
 
Toparlamak gerekirse bu toprakları bize yeniden vatan yapanlar ve Türk milletinin layık olduğu en güzel yönetim Cumhuriyeti kuranlar çok ağır bedeller ödediler. Savaş, yokluk, hastalık, işgal gördüler yetmedi canlarını verdiler ama asla teslim olmadılar. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yılında başta Ulu Önder Atatürk olmak üzere tüm kahramanlarımızı, şehitlerimizi ve gazilerimizi  saygı ve minnetle anıyorum.

Okan Ceylan 100.yıl tarım tarihi