KASIM-ARALIK 2019 / RÖPORTAJ
Uyum sürecinde çiftçimizi zorlamayacak adımlar atıyoruz
AB ile müzakereler 35 fasılda yürütülürken Tarım ve Orman Bakanlığının doğrudan sorumlu olduğu iki fasıl bulunuyor. Uyum süreci kapsamında bugüne kadar neler yapıldığını ve Bakanlığın bu süreci nasıl yönettiğine dair bilgileri Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Genel Müdürü Aylin Çağlayan Özcan’dan aldık.
Öncelikle, Avrupa Birliği’nin AB’nin tarım politikası hakkında bize kısaca bilgi verebilir misiniz? Türkiye’nin şu anki tarım politikasıyla bir kıyas yapmak mümkün mü?
AB’nin Ortak Tarım Politikası (OTP), Birlik çapında getirilmiş ortak kurallar çerçevesinde yürütülen ve üye devletlerin kendi ulusal tarım politikalarının yerine geçen, Birliğin en eski ortak politikalarından biridir. Yani üye devletler, tarım politikası oluşturma yönündeki yetkilerini topluluğa devretmişler ve bu kendi tarım politikalarını oluşturma ve yürütme haklarından vazgeçmişlerdir.
OTP günümüze gelene dek, birbirini tamamlar nitelikte birçok kez reforma uğramıştır. Bu reformlar neticesinde, OTP’nin orijinal amaçlarının yanı sıra, kırsal alanların ve nüfusun muhafazası, küresel ısınma, biyoçeşitliliğin azalması ve doğal kaynakların giderek bozulması gibi küresel sorunlarla daha etkin mücadele edilmesi ve tarımda dijitalleşme gibi konular da Birliğin öncelikleri arasına girmiştir.
Geçmişten günümüze ülkemizdeki tarımsal politikaları ile AB’nin politikaları kısaca incelendiğinde ise çevrenin ve doğal kaynakların korunmasına yönelik ÇATAK ve organik tarım destekleri, okul sütü ve genç çiftçi projesi gibi bazı benzer uygulamalar bulunmakla birlikte, genel itibariyle, tarımsal destekleme sistemlerimiz ve en önemlisi desteklemedeki amaç ve önceliklerimiz arasında büyük farklılıklar olduğunu görmekteyiz.
Bunun en önemli nedenleri, Türkiye ve AB’nin tarımsal alt yapı, üretim yapısı ve örgütlenme düzeyi gibi çeşitli açılardan birbirinden farklı sosyoekonomik ve tarımsal yapılara sahip olmaları, bütçesel farklılıklar ile desteklerin gelişim süreçleridir. Başka bir deyişle, her iki taraf da tarım politikalarını kendi ihtiyaçları, öncellikleri ve deneyimlerini esas alarak oluşturmuştur aslında.
Bununla birlikte, dünya ticaretine yön veren uluslararası kuralların ve tam üyelik için ülkemize net bir perspektif verilmesinin, AB ve Türk tarım politikalarının gelecekte kesişmesini kolaylaştıracağına inanıyorum. Halihazırda yürütmekte olduğumuz AB’nin kayıt ve idare sistemlerine uyum çalışmalarının da bu noktada bize büyük kolaylık sağlayacağı kanaatindeyim. Son olarak, ulusal kırsal kalkınma programlarının yanı sıra AB’nin adaylık sürecinde ülkemize sağladığı IPARD fonlarının kırsal kesimin dönüşümü üzerinde yarattığı olumlu etkinin de giderek politikaların örtüşmesi yönündeki olası etkisini es geçmemeliyiz diye düşünüyorum.
AB’DE DESTEKLERİN NEREDEYSE TAMAMI ÜRETİMDEN BAĞIMSIZ
AB ülkeleri en çok bütçeyi tarımda hangi alana ayırıyor?
Bütçe rakamlarının detaylarına inmeden önce, size OTP’nin yapısı hakkında kısaca bilgi vermek isterim. Halihazırda doğrudan ödemeler ve kırsal kalkınma tedbirleri OTP’nin yapısındaki ana eksenlerdir. Eskiden politikanın belkemiğini oluşturan piyasa önlemleri ise artık doğrudan ödemelere eşlik eden, kapsamı ve bütçesi sınırlı bir enstrüman niteliğinde.
Yaklaşık 59 milyar avroluk tarım bütçesinin yaklaşık 41,5 milyar avrosu doğrudan ödemelere, yaklaşık 14 milyar avrosu kırsal kalkınma alanına aktarılmaktadır. Kırsal kalkınmanın bütçe içindeki payı yıllar içinde artmış olmakla birlikte, şu anda bütçedeki aslan payı doğrudan ödemelere ayrılıyor.
Doğrudan ödemeler derken AB’nin üreticiler için verdiği desteklerden mi bahsediyorsunuz? Bu destekler hakkında bize biraz daha bilgi verebilir misiniz?
Daha önce size OTP’nin yapısal bazı dönüşümler geçirdiğinden bahsetmiştim. Bu dönüşümlerin doğrudan etkisi, desteklerin verilme şeklinde değişikliğe gidilmesidir.
OTP'nin oluşturulduğu ilk yıllarda fiyat desteği şeklinde verilen destekler, 1992 yılında gerçekleştirilen reformla hektar başına ve hayvan başına doğrudan destek olarak verilmeye başlanmış; 2003 yılında çiftçilere verilen desteğin büyük çoğunluğunun üretimle bağlantısı kesilmiş ve sonrasında desteklerin neredeyse tamamı üretimden bağımsız hale getirilmiştir.
Bu çerçevede çiftçiler esas olarak üretimden bağımsız bir “Temel Ödeme” almakta ve bu ödeme, belirli amaçları veya çiftçi kategorilerini hedef alan diğer bazı ödeme planları ile tamamlanmakta. Bu ödemeler arasında, çevresel mülahazaların önem kazanmaya başlamasıyla birlikte çiftçilere birtakım çevresel uygulamaları yapmaları karşılığında aldıkları temel ödemeye ilave olarak yapılan “yeşil ödeme”; bizde de bir dönem uygulanan ve gençlerin tarımla uğraşmalarını teşvik etmek amacıyla genç çiftçilere yönelik olarak verilen genç çiftçi ödemesi ile sadece mevcut üretim seviyesini korumak üzere, sabit alan ve verim bazında/sabit hayvan sayısı bazında verilen sınırlı üretimle bağlantılı destekler yer almaktadır.
Payları azalmış olmakla birlikte, piyasa önlemleri kapsamındaki destekler de devam ediyor. Kırsal kalkınma tarafında ise ülkemizdeki IPARD uygulamasına benzer bir biçimde, üye devletler bu alanda belirledikleri önceliklere ulaşılmasına yönelik faaliyetleri AB ile ortak bir biçimde finanse etmektedir.
DOĞRUDAN SORUMLU OLDUĞUMUZ İKİ FASIL VAR
AB ile yürütülen tam üyelik müzakereleri hakkında bilgi verebilir misiniz? Bakanlığımız bu sürecin neresinde?
Ülkemizin AB üyelik süreci, aslında elli yılı aşkın bir süredir devam eden, uzun bir yolculuk. 1963 yılında Ankara Antlaşması ile başlayan bu süreç, 1996 yılında taraflar arasında Gümrük Birliği'nin tesis edilmesi, 1999 yılında ülkemize resmen aday ülke statüsü verilmesi ve 2005 yılında fiili müzakerelerin başlaması ile hız kazanmıştır.
AB ile müzakereler 35 fasılda yani konu başlığında yürütülüyor. Bu çerçevede, AB ile uyum sürecinde Bakanlığımızın doğrudan sorumlu olduğu fasıllar: Tarım ve Kırsal Kalkınma Faslı (Fasıl 11), Veterinerlik, Gıda Güvenilirliği ve Bitki Sağlığı Politikası Faslı (Fasıl 12) ile Balıkçılık Faslıdır (Fasıl 13).
Bakanlığımız ayrıca Çevre Faslı (Fasıl 27), Tüketicinin ve Sağlığın Korunması Faslı (Fasıl 28), İstatistik Faslı (Fasıl 18) ve Malların Serbest Dolaşımı (Fasıl 1) Fasıllarındaki çalışmalara da katkı sağlıyor.
Fiili müzakerelerin başlaması ile birlikte aday ülkenin ve AB’nin mevzuatları karşılaştırılmakta ve aday ülkenin temel eksiklikleri tespit edilerek, öncelikle bu alanlarda erişilmesi gereken noktalar belirlenmektedir. Biz bunlara açılış kriterleri diyoruz. Yani o aday ülke ile müzakerelerin başlatılabilmesi için sağlanması gereken ön şartlar.
Bu çerçevede, Bakanlığımızın doğrudan sorumlu olduğu 11. ve 12. Fasıllara ait açılış kriterleri belirlenmiştir. Yapılan çalışmalar neticesinde açılış kriterleri sağlanan 12. Fasıl, 30 Haziran 2010 tarihinde müzakerelere açılmıştır. Burada bir sonraki aşama, kapanış kriterleri dediğimiz, üyelik öncesinde yerine getirilmesi gereken diğer şartların sağlanmasıdır. Şu anda Fasıl 12 için kapanış kriterlerinin yerine getirilmesine yönelik çalışmalar devam ediyor.
Fasıl 11 için de açılış kriterleri belirlenmiş olup, beş kriterden üçü yerine getirilmişken Fasıl 13 içinse, açılış kriterleri tarafımıza resmen iletilmemiştir.
Bununla birlikte, 11 ve 13. Fasıllardaki müzakereler siyasi sebepler nedeniyle askıya alındı. AB’nin bu son derece teknik çalışmaya siyasi mülahazaları karıştırmasından büyük hayal kırıklığı duymaktayız. Ancak Bakanlık olarak, müzakerelere açılmayan fasıllarda da uyum odaklı mevzuat ve alt yapı çalışmalarını tüm hızıyla yürütüyoruz.
Bu süreçte Türkiye’nin katettiği mesafeyle ilgili bir değerlendirme yapar mısınız? Hayata geçirilenler hakkında örnek verebilir misiniz?
Yukarıda sözünü ettiğim tüm müzakere fasıllarının bir bütün oluşturduğu ve bu alandaki AB mevzuatının sürekli yenilenen ve dinamik yapısı ve büyük hacmi düşünüldüğünde, uyum çalışmalarının büyük kısmının ancak tam üyeliğin hemen öncesinde, hatta bir kısmının ancak tam üyelikle birlikte tamamlanabilmesi mümkün olacaktır. Yani bu alandaki AB mevzuatının üstlenilebilmesi ve uygulanabilmesi için gereken hazırlık çalışmaları uzun zaman ve büyük kaynaklar gerektiriyor. Dolayısıyla, kat edilecek yolumuz çok dersek sanırım yanlış olmaz.
Bu çerçevede, Bakanlığımızın AB’ye uyum yönündeki kararlılığının yanı sıra, AB tarafının sağladığı imkanlardan da bahsetmek isterim. Türkiye, 2002 yılından itibaren AB’nin sağladığı hibe nitelikli fonlardan tek bir çerçeve altında yararlanmaya başlamış olup, halihazırda, AB’nin aday ve potansiyel aday ülkelere destek olmak amacıyla oluşturduğu, Katılım Öncesi Yardım Aracı (Instrument for Pre-Accession Assistance-IPA) kapsamında proje bazlı destek almaktadır. Söz konusu yardımlar, AB müktesebatına uyum ve uygulama yönünde ülke tarafından alınması gereken siyasi, ekonomik, yasal ve idari tedbirler için mali kaynak sağlamaktadır. Bu yardımlardan Bakanlığımız özellikle veterinerlik, bitki sağlığı, su ürünleri, gıda güvenilirliği, organik tarım, kırsal kalkınma, istatistik, çiftlik muhasebe veri ağı, arazi parsel tanımlama sistemi, doğa koruma ve su kalitesinin iyileştirilmesi gibi birçok konuda gerçekleştirdiği projelerle yararlanmıştır.
Ülkemizin katettiği mesafe ile ilgili olarak, somut örnekler üzerinden gitmek gerekirse, “Gıda Güvenilirliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı” konulu 12’nci müzakere faslı çerçevesinde 5996 sayılı “Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu” hazırlanmış, Kanun kapsamındaki ikincil düzenlemelerle ise AB’nin “Gıda Kanunu” ve “Hijyen Paketi” olarak adlandırılan yasal düzenlemelerine uyum sağlanmıştır. İlave olarak büyükbaş ve küçükbaş hayvanların kimliklendirilmesi ve kaydına ilişkin sistemler yürürlüğe konmuş, Trakya bölgesi aşılama suretiyle Şap hastalığından ari hale getirilmiş ve gıda işletmelerinin AB’ye uyumlu hale getirilmesine yönelik önemli adımlar atılmıştır. AB’de gerek halk sağlığı gerekse hayvan sağlığı tedbirleri çerçevesinde ele alınan hayvan refahı, bitki sağlığı ve gıda güvenilirliği dahil olmak üzere, tüm bu alanlarda resmi kontrollerin de güçlendirilmesine yönelik olarak AB’ye uyum konusunda çalışmalarımız devam etmekte olup, ayrıca zoonoz adı verilen, hayvanlardan insanlara bulaşan ‘bulaşıcı hayvan hastalıkları’ ve diğer hayvan hastalıklarının önlenmesi konusunda da her geçen gün ilerleme kaydedilmektedir.
Tarım alanında AB’ye uyum Türkiye için neden önemli?
Aday ülkelerin tarım konusundaki uyum çalışmaları, tarımdan çevreye, gıda güvenilirliğinden tüketicinin korunmasına birçok alanda günlük hayata dair standartları yükseltmektedir. Dolayısıyla, bu alanda atılan her adım, hem üretici hem de tüketici nezdinde yüksek standartların geçerli olduğu, sağlık, hijyen, hayvan refahı, çevre koruma gibi alanlarda önemli ilerlemelerin sağlandığı bir topluma bizi biraz daha yaklaştıracaktır.
Altını çizmek isterim ki bunun kolay bir süreç olmayacağı bilinmelidir. Bununla birlikte, yukarıda belirttiğim yararların yanı sıra tam üyelik sonrasında OTP destekleme araçlarının kullanılmaya başlaması ile tarım kesiminde ciddi bir gelir artışı yaşanacaktır. Daha önceki genişleme süreçleri ve AB’ye son yıllarda tam üye olan devletlerin tecrübeleri bize bunları açıkça göstermektedir.
AB ile yapılan görüşmelerde belirlenen konular, Türk toplumunun dinamiklerine nasıl uyumlu hale getiriliyor?
Açıkçası, müzakere süreci toplumumuzda biraz yanlış anlaşılıyor. Sanırım bu konuda bizlere de büyük iş düşüyor, tüm paydaşlara daha fazla bilgilendirme yapılması gerekiyor. AB müzakereleri dendiğinde, AB ile belirli aralıklarla masaya oturup pazarlık yaptığımız, ülkemize uygun kuralları seçtiğimiz bir faaliyet yürütüldüğü zannediliyor. Oysa müzakere süreci, daha ziyade hangi alanlarda hangi konularda AB’ye uyum sağlayacağımıza dair bir takvimlendirme sürecidir. Dolayısıyla, bu süreçte her ülkenin kendi gerekliliklerini öne çıkarabildiği bir pazarlık platformundan ve esneklikten söz etmek mümkün değildir.
Başka bir deyişle, asıl müzakere AB ile oturulan masada değil, ülke içerisindeki dinamikler arasında olmaktadır. Bu nedenle, bu kapsamlı süreçte, toplumun farklı kesimlerinin de sürece olabildiğince dâhil edilmesi zaruridir. Bakanlık olarak Türk tarım ve ormancılığını daha müreffeh seviyelere taşıyacak ve geçiş sürecinde çiftçimizi zorlamayacak şekilde, aşamalı ve zamana yayılmış adımların atılması şeklinde bir yaklaşım izliyoruz.