MAYIS-HAZİRAN 2021 / EL SANATLARI
Suya nakşedilen sanat
İlk olarak Türkistan’da ortaya çıkan, Çağatay Türkçesi’ndeki "ebre" sözcüğünden yayılan ve Farsça’da bulut manasına gelen, kadim sanatkârları tarafından ab(su)-rû(yüz) sözcüklerinin birleşmesiyle meydana gelmiş, tarihi oldukça eskilere dayanan geleneksel bir sanattır ebru. Lügatlerde ‘Kitreli su üzerine serpilen boyalarla bezenmiş kâğıt’ ifadesiyle geçen ebru, tarihi ipek yolu aracılığıyla Buhara şehrinden İran’a ve oradan da Anadolu topraklarına gelmiştir. Osmanlı’da ve özellikle o dönem İstanbul’unda çok rağbet gören ebru sanatı, Avrupa’da da çok beğenilmiş ve "Türk kağıdı" , ‘Türk mermer kağıdı’ olarak adlandırılmış, günümüze değin yapılagelmiştir.
Eski dönemlerde el yazması kitapların ciltlerinde yan kağıt olarak ve kitap kenarlarında değerli evrakların konulduğu kutuların süslenmesinde kullanılan ebru, resmi devlet belgelerinde ise önemli bir işleve sahipti.
UNESCO tarafından 2014 yılında "Türk Kağıt Süsleme Sanatı" adıyla İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası temsili olarak dünyanın ortak mirası listesine dahil edilen ebru sanatının en önemli özelliklerinden biri, doğal malzemelerden müteşekkil olması ve uygulayan kişilere dinginlik vermesi.
Su, geven bitkisinden elde edilen kitre maddesi, sığır ödü, ağaçtan tekne, doğal toprak boyalar, atkuyruğu kılı ve gül dalından yapılma fırça ile çam ağacından yapılma tarak gibi temel malzemelerle meydana getirilen ebrunun bir diğer özelliği ise o ânâ özgü oluşu, yani yapılan bir ebrunun bir daha tekrar edilemeyişi. Tekkelerde gelişen ebru sanatıyla ilgili tek el yazması eser, 1608 yılıyla tarihlendirilmiş ve Türkçe yazılmış olan "Tarih-i Risale-i Ebrî"dir. Tarihte yaşamış olan ebru ustalarının çoğunun dervişâne bir hayat sürdüklerini görüyoruz. Meşhur olmak gibi bir gayeleri olmayan bu ustalar, isimlerini eserlerinin altına dahi yazmayacak mütevazılığa sahip dervişliğe namzet bir terbiye ile yetişmişlerdir. Bu terbiyeyi ve sanatını günümüze taşıyan, dünyaya tanıtan önemli isimlerden ebruzen Hikmet Barutçugil’le sanatı üzerine bir görüşme gerçekleştirdik.
EBRUZEN BARUTÇİGİL: “YAPILAN BİR EBRUNUN TEKRAR EDİLME ŞANSI YOK”
Hikmet Barutçugil kimdir? Bize kendinizden bahseder misiniz?
1952'de Malatya’da doğdum. 1973'de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu’nda tekstil eğitimine başladım. Öğreniminin ilk yılında tanıdığım ve öğrencisi olduğum Prof. Emin Barın’ın teşvikiyle hat sanatına ilgi duydum. Aynı yıl, hat sanatı ile ilgili çalışmalara başladığım sırada ebru sanatı ile karşılaştım.
Bu saklı güzelliğin içinde gizemli bir dinamizm olduğunu hissettim. Ebruya olan sevgi tüm benliğimi sardı. 1977’de akademiden tekstil desinatörü olarak mezun olduktan sonra çalışmalarımı ebru üzerine yoğunlaştırdım. 1978-1981 yılları arasında ihtisas için gittiğim Londra’da araştırma ve çalışmalarımı aralıksız sürdürdüm. Akademik eğitimden aldığım çağdaş sanat altyapısını geleneksel sanatlarla birleştirerek yepyeni ufuklar açılmasına gayret ettim. Geleneği, geçmişten geldiği gibi yaşatırken, farklı yorumları ile ilgi alanını son derece farklı mecralara çekerek resim, minyatür, gravür, fotoğraf gibi başka sanatlarla da birleştirdim. Çalışmalarıma İstanbul, Üsküdar, Salacak‘ta bulunan 1830’lu yıllarda Sultan 2. Mahmut döneminde yaptırılıp Selimiye kışlasının paşalarına ihsan edilen bir konakta devam ediyorum.
EBRU SANATI TERAPİ ÖZELLİĞİNE SAHİP
Ebru sanatı deyince ne anlamalıyız? Uzun bir geçmişi olan bu sanatla uğraşmak size ne hissettiriyor?
Tıpkı adını telaffuz ederken olduğu gibi: Ebru! Belki de yeryüzünde hiçbir sanat, adıyla bu kadar bağdaşmamış, bu kadar iç içe geçmemiştir. Suyun yalınlığı, renklerin düğünü, insanın duyguları, tabiatın kusursuzluğu ebru sanatında buluşur. Ebru, fikre düştüğü ilk andan, gözle buluştuğu son ana kadar kendine has mistisizmini asla yitirmeyen bir ifade şeklidir. Ebru, görsel zarafetinin yanı sıra, bizlere mikro ve makro âlemlerden, çıplak gözün göremeyeceği ilginç güzellikler sunar. Ayrıca Ebru’nun terapi (sağaltım) özelliğine sahip olduğu, bu tarihi sanatın meraklıları için tartışılmayan bir gerçektir.
SIĞIR ÖDÜ, ATKUYRUĞU, KİTRE TOPRAK BOYA KULLANIYORUZ
Ebru yaparken kullandığınız malzemeler nelerdir? Eskiden olduğu gibi tamamen doğal mı malzemeler?
Geleneksel ebru olarak tanımladığımız kısmı ile yüzlerce yıllık bilinen kadim malzemeleri hâlâ kullanıyoruz. İlk öğretimiz mutlaka kadim yöntem olmalıdır. Toprak boya (metal oksitler), pigmentler, sığır ödü, atkuyruğu ve gül dalından yapılan fırçalar, kitre, bızlar, taraklar... vs. ancak eskiyi öğrenenlerin güncel malzemelerle ebru yapmasında herhangi bir sakınca görmüyorum. Sanat da bilim gibi tekâmül etmek zorundadır. Aynı şeyleri tekraren yapmak sanat değil zanaat olur.
Malzemeleri temin etmeniz kolay oluyor mu?
Şimdilerde çok kolaylaştı. Başladığım yıllarda bugünkü imkânlar yoktu. Öd için tek adres mezbaha idi. Topraktan boya elde etmek, hazır boyaları ezerek ebruya uygun hale getirmek bir hayli meşakkatli olurdu. Ebrunun yaygınlaşmasıyla malzemeler üreten birçok firma türedi. Bazıları son derece başarılı ürünler yapıyor.
AŞK OLUNCA HERKES EBRU YAPABİLİR
Ebru sanatında mühim olan yetenek midir? Yoksa bu işle uğraşılan zamanın uzunluğu mu? Herkes ebru yapabilir mi?
İnancıma göre Allah adildir, herkese her yeteneği vermiştir. Ancak bu yeteneğin açığa çıkmasının tek bir şartı vardır, bu da aştır. Beğendiğim güzel bir özdeyişimiz var: Aşk olunca meşk olur. Hz. Mevlana’ya sormuşlar aşk nedir? O da ‘ol da gör’ demiş. Evet, aşk yüce bir haldir, tanımlanamaz, ancak yaşanır. İşte bu duygu, (ebru aşkı) kimde yaşanırsa çok güzel ebru yapabilir. Gizli kalmış yeteneği ortaya çıkar. Aşk olunca insanın harcadığı zamanı, enerjiyi hiç gözü görmez. Yaptığı işlerden büyük bir haz duyar. Aşk olunca herkes ebru yapabilir.
Ebru oldukça mistik ve gizemli bir sanat. Onu böyle kılan nedir?
Bu sanatın en önemli özelliği, yapılan bir ebrunun tekrar edilme şansının olmamasıdır. Bu Allah‘ın azametini ve tekliğini (Vahdet) hatırlatması bakımından mistik bir anlam içerir.
Ebruda ve diğer İslâm sanatlarının temelinde, batı sanatlarında olmayan farklı kurallar vardır. Kısaca ‘’ilahi güzellik arayışı’’ olarak özetleyebiliriz. Bunun en güzel ifadesini merhum Necip Fazıl şu beyitle özetlemiş:
Anladım işi, sanat Hakk’ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi çelik çomakmış.
Günümüzde oldukça yaygınlaşan Ebrunun bir zahiri (görünen) bir de batini (görünmeyen) tarafı vardır. Genellikle batılı, görsel bir bakış açısı içeren "Görünen tarafı" boyalı bir kâğıttır ve para-pul, şan-şöhret, ilgi-itibar gibi amaçların peşinde koşmaktır.
Bu da gölgenin peşinde koşmaya benzer, yani ışığı arkamıza almak demektir. Ne kadar hızlı koşarsanız koşun, gölgeniz de o hızla sizden uzaklaşacaktır. Ayrıca ışığa, güneşe arkanızı döndüğünüz için güneş size küser, alçalır, batar, gölgeniz gittikçe sizden uzaklaşacaktır. Görünen tarafına bakıp da görünmeyeni bulmakta ise, ilahi güzellik, gerçek bilgi arayışı vardır, yani ışığa doğru koşmak gibidir. Işığa yüzünüzü çevirdiğinizde ışık yükselir (Gölgeniz de size yaklaşır). Bu özellik, insan olma yolunda yürümek isteyenlerin ruhsal gelişiminde (manevi telakkilerinde) ve ruh sağlığının koruyucu hekimliği olarak kullanılması gibi değerlendirilmelidir.
Sanatınızı öğrettiğiniz yetiştirdiğiniz insanlar var mı?
1984 yılından beri öğrendiğim bilgi ve deneyimlerimi sanata ilgi duyanlarla paylaşmakta, dersler vermekteyim. Aslında öğrenmenin en güzel yolunun öğretmekle geliştiğine de inanıyorum. Cafer Ağa Medresesinde başlayan eğitim faaliyetlerim halen, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Ebristan - İstanbul Ebru Evi ve Milli Saraylar Klasik Türk Sanatları Merkezi başta olmak üzere birçok farklı mekânlarda devam ediyor. Ayrıca ebrunun yapımını anlattığım kitaplarım sayesinde sayılarını bilmediğim ve hiç görmediğim ebru yapan binlerce meraklının olduğuna inanıyorum.
Yapılan bir ebruya iyi diyebilmek neye bağlı?
Teknik ve metot olarak iyi kurgulanmış bir altyapı olduğunda yapılan ebrularda hiçbir sıkıntı olmaz. Bu arada temel sanat eğitimi, renk uyumu, estetik, oran gibi bilgiler, yapılan esere yansır ve yapılan işte kendini hemen gösterir.
BİRÇOK ÜLKEDE SERGİLER AÇTIM
Sizin bir de kendinize has geliştirmiş olduğunuz usûl bulunuyor. Bahseder misiniz?
Ebru sanatına 1973 yılında gönül verdiğimde öğrendiğim tek şey, su ve boya idi. Ebru ile ilgili ne bir kitap veya yazılı kaynak, ne de öğreten bir kimse maalesef yoktu. Ortaya çıkan ebruların ne olduklarını önceleri pek anlayamadım. Daha sonra fark ettim ki bunlar doğadan kesintilermiş. 2014 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi ile birlikte yayınlanan ‘’Ebrunun mermer yüzü’’ kitabı ile hayat buldu. Ebruyu her zaman diğer sanatlar gibi bir bilim dalı gibi görüp geliştirmeyi hedefledim. Bu sanatı yaşatmak için yaşamanın gereğine inandığımdan, günlük kullanım araçlarından iç mimaride kullanılan malzemelere kadar birçok ürün geliştirdim. 1987 yılında Londra, Royal College of Art sanat okulunda açtığım bir sergide BARUT EBRU ismi konuldu. 1974 yılında Bilim ve Teknik Dergisinin (mayıs sayısı) kapağında "Denizler kirleniyor" diye bir başlık altında fotoğraflar gördüm. 3-4 milimlik deniz suyunu elektron mikroskobuyla büyütmüş, görsellerini yayınlamışlardı. Orada beni son derece etkileyen dalgalı, damarlı gibi görüntüler elde ettiğim ebrulara çok benziyordu.
MÜZE KURMAYI DÜŞÜNÜYORUM
Bu iş geçim kaynağınız mı?
Ebru, tarihi içinde müstakil icra edilen ve geçim kaynağı olan bir uğraşı alanı olmamıştır. Geçen yüzyılın son çeyreğinde sanata gelen yenilik ve farklı kullanım alanları sayesinde bazı önemli gelişmeler oldu. Artık ebru, helâl bir rızık kapısı olan müstakil bir meslek haline geldi. Ebru’ya başladığım yıllarda bugünkü hale gelebileceğini hayal bile edemezdim. Hamdolsun artık bir müze kurmayı bile düşünecek duruma geldim.
Sanatınızı icra ederken herhangi bir desteğe ihtiyaç duydunuz mu? Kurumsal bir destek aldınız mı?
Ebruyu hem ülkemizde geliştirmek hem dünyaya duyurmak için şimdiye dek: Ebistanbul, Ebrulu Mardin, Mukaddes emanetler, Zamanını Aşan Medeniyet Özbekistan gibi birçok konulu koleksiyonlar hazırladım. Ebrunun yaygınlaşmasıyla birlikte artan ilgi ile Dışişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı gibi kurumların destekleriyle yurt içinde ve dışında yüzlerce sergi, seminer, konferans, özel günler, festivaller gibi vesilelerle ebru sanatı icra edildi. Ayrıca yerel yönetimlerin de, özellikle Üsküdar ve Pendik Belediyelerinin de çok değerli katkıları olmuştur.
Bu sanata hizmet eden ve dünyada yayılmasını sağlayan bir isim olarak ebru sanatının yeterince tanındığını düşünüyor musunuz? Ebruya dair çözülmesi gereken bir sorun sizce var mı?
Ebru, 2014 yılında UNESCO tarafından soyut olmayan kültür mirası listesine bir Türk sanatı olarak dâhil edildi. İlkokul, hatta anaokullarına kadar uygulanır hale geldi. 40-50 sene önce çok az kişi tarafından bilinen, hakkında yazılı hiçbir kaynağın olmadığı durumundan bugünlere gelmek sevindiricidir.
Geleneksel sanatlarımızla daha iyiye ulaşmak ve özünü muhafaza edebilmek için neler yapılabilir? Hem bir uygulayıcı hem de bir öğretmen olarak herhangi bir beklenti, tavsiye, çözüm ve temenniniz var mı?
Yapılabilecek en önemli hamlenin kitap yazmak, bilgi paylaşmak olduğuna inandığımdan bugüne kadar yüzlerce söyleşi ve makalelerin yanı sıra 44 adet kitap yayınladım.
Son olarak şunu ifade etmek isterim ki, şimdilerde ‘’dünya çöl olmasın’’ konulu, ebru ve resimlerden oluşan bir proje üzerinde çalışıyorum. Tarım ve Orman Bakanlığının buna sahip çıkarak değerlendirmesini dilerim. Kataloğunun yapılmasını, hem ulusal hem de uluslararası mecralarda sergilenerek kuraklığa dikkat çekmeyi bir vazife addederim.