TEMMUZ-AĞUSTOS 2021 / YAPRAK
Mazlum ulusların zaferi 30 Ağustos 1922
Tarihsel olayları insanlığın ilerleme sürecindeki etkisiyle ölçmek ve anlamlandırmak gerekir. Ulusların özgürlük, bağımsızlık savaşları “idareyi maslahat”ı, “mandacılığı” (bir güçlü devletin korumasına girmek, sömürgeliği benimsemek), hele de umutsuzluğu kaldırmaz. Ne yazık ki bu savaş sırasında kaldırmaz dediğimiz sorunların tümüyle de karşılaşılır. Dolayısıyla mücadele birden çok cephede verilmek zorunda kalınır.
Türk Bağımsızlık (Kurtuluş) Savaşının son aşaması, som altın aşaması, zafer anıdır 30 Ağustos Büyük Taarruz sonucunda kazanılan. 19 Mayıs 1919’dan başlayarak uzun bağımsızlık yürüyüşünün bilge önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün de vurguladığı gibi, 30 Ağustos Zaferi yalnızca Türk ulusunun bağımsızlık zaferi değil, tüm “mazlum milletler”in kurtuluş umududur, eşsiz utkusudur. Bu gerçeği izleyen yıllarda Hindistan, Cezayir… bağımsızlık savaşlarının önderleri de belirtmişlerdir. Kurtuluş, dünya emperyalizmine karşı kazanılmıştır. Ulusları, insanlığı tutsak eden sömürgeci güçlere, emperyalizme karşı başkaldırı bayrağı kaldırılmış ve kazanılmıştır.
Zafere giden yol, hiç de kolay kat edilmiş bir yol değildir. Halk, ardı ardına yaşanan savaşlardan yorgundur. Yorgun olmaktan da öte evlerde, ocaklarda neredeyse genç erkek kalmamıştır. Savaşa gidip dönmemek, dönebilirse kolsuz, bacaksız dönmek sıradan bir olaya dönüşmüştür. Kaldı ki bu savaşların sonucu genellikle yenilgidir, sürekli toprak kaybıdır, ekonomik bağımlılıktır, yıkımdır. Bu kötü gidişin ilk tersine döndüğü savaş zaferle sonuçlanan ve dünya tarihine yön veren Çanakkale Savaşı'dır; ikincisi ise Sakarya Meydan Muharebesi'dir. Sakarya Zaferini, Büyük Taarruzun temeli saymak yanlış olmaz. Her iki zafer ve 30 Ağustos Zaferi de asker sayısı ve silah yönünden çok üstün düşman güçlerine karşı kazanılmıştır.
Büyük Taarruzu anlayabilmek için hemen öncesini iyi bilmek gerekir. Bu, çok tartışmalı, çekişmeli bir dönemdir. Büyük Millet Meclisi adeta kaynamaktadır. Kütahya-Eskişehir çarpışmalarında yenilgi yaşanmıştır. Yunan ordusu yaklaşmakta, her an şiddetli saldırıda bulunacak bir konumda bulunmaktadır. Milletvekillerinin önemli bir bölümü umutsuzdur. Meclisin, okulların, devlet belgelerinin ve kurumlarının Kayseri’ye taşınması tasarlanmaktadır. Meclis’teki tartışmalar sırasında Dersim Mebusu Diyap Ağa söz alır ve şunları söyler: “Efendiler, biz buraya kaçmaya mı geldik, yoksa kavga ederek ölmeye mi geldik?” Çok etkili olur Diyap Ağa’nın seslenişi. Bu kargaşa ortamında Mustafa Kemal Paşa’ya Başkomutanlık yetkisi, 5 Ağustos 1921’de, sınırlı bir süreyle verilir ama bu yetkinin verilmesinde yürekten güven yanında, nasıl olsa başaramaz, yargısı da egemendir. Mustafa Kemal Paşa ulusa duyduğu büyük güvenle orduya ve ulusa bildiriler yayımlar. 7 Ağustos 1921’de yayımladığı bildiride Kurtuluş Savaşı'nın yakıcı zorunluluğunu, ulusa duyduğu güveni açıkladıktan sonra şöyle seslenir:
“Memleket ve milletin maddi bütün kuvvetlerini bu sonucun alınmasına yöneltmek için, hiçbir tedbir ve teşebbüse müsamaha edilmeyecek, ne yer ve zamanla ve ne de mevhumu karşısında teferruattan ibaret olan diğer mülahazalarla kayıtlı olmayarak, düşman ordusunun yok edilmesinden ibaret olan bu gayenin elde edilmesi için gereken her şey yapılacaktır. Yardım Allah’tandır.”
Mustafa Kemal yine aynı tarihte yayımladığı Tekalif-i Milliye yasasıyla, kurtuluştan sonra bedeli ödenmek üzere (ki öyle de yapılmıştır), halktan, ordunun gereksinimi olan eşyalar, malzemeler, araçlar alınacağı duyurulmuştur. 23 Ağustos 1921’de başlayan Sakarya Meydan Muharebesinde, Yunan ordusu, Ankara’yı hedefleyerek, Türk ordusunun sol kanadına saldırmış; karşılaştığı güçlü savunma sürdükçe savaş cephesi güneye doğru inmiştir. Yunan güçleri üstünlüklerine karşın, eşgüdümü yitirmiş, iletişimsiz bir durumda hızla çekilmek zorunda kalmıştır. Eğer bu muharebe yitirilseydi, Türk ordusunun doğuya doğru çekilme olanağı bile kalmayabilirdi.
Zaferin yarattığı yüksek özgüvenle, Büyük Taarruza kadar geçen yaklaşık 10 ay içinde Türk ordusunun çok olumsuz bir durumu yansıtan gereksinimleri, eksiklikleri giderilmeye, asker eğitilmeye çalışılmıştır. Taarruz edecek ordunun her şeyden önce, asker sayısının düşmandan fazla olması gerekir. İki ordunun Büyük Taarruz öncesi durumu şöyledir:
Hazırlıklar haftalar öncesinden, büyük gizlilik içinde yapılmıştır. Büyük Taarruzun başlayacağı sabah Başkumandan Mustafa Kemal Paşa ve diğer tüm komutanlar cephededirler. 20 Ağustos’ta toplantı yapılmış, plan belirlenmiştir. Yunan ordusunun sağ kanadına saldırılacak, komuta merkezleri olan İzmir’le bağı kesilecek, güneyden kuzeye doğru taarruza geçilecek, düşman yok edilecektir. Taarruzun başarısı, Yunan ordusunun İzmir’den destek almasına fırsat verilmemesine, dolayısıyla hızlı olunmasına bağlıydı. Öyle de yapılır, başarılır. Büyük Taarruz 26 Ağustos 1922, sabah saat 5.30’da topçularımızın yeri göğü inleten yoğun atışlarıyla başlar; topçularımızın saldırısı yaklaşık 4 saat sürer. Bezgin Yunan güçleri hızla ilerleyen ordumuzun, süvarilerimizin önünden, şaşkınlık içinde ama köyleri, kentleri yaka yaka, insanları katlede katlede kaçar. 9 Eylül 1922 günü düşman kesin yenilgiye uğratılır. Uşak’ta, çok sayıda subayıyla birlikte esir alınan Yunan ordusu komutanı General Nikolaos Trikupis, bu göreve atandığını esir alındığında öğrenecektir. Sakarya yenilgisinden sonra, onları kullanan Birleşik Krallık tarafından da terk edilen Yunanın yüzlerce belgede kanıtlı zulmü anlatılır gibi değildir. Zaferin hemen ardından Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edib Adıvar, Falih Rıfkı Atay ile Mehmet Asım Us’un bölgeyi adım adım gezerek yazdıkları rapor, yapılan kıyımı belgeler (İzmir’den Bursa’ya, Atlas Yay., 1980). Ya Ernest Hemingway’in alaycılık katarak “Yunanlar da iyi adamlardı. Tahliye sırasında yanlarında yük hayvanları da olurdu ve gemiye alamadıkları için ön bacaklarını kırıp sığ sulara atarlardı hayvanları. Ön bacakları kırık haldeki tüm o katırlar sığ sularda çırpınırdı. Çok keyifli bir işti. Yeminle bak, dünyanın en keyifli işiydi” diye anlattığı kıyıma ne demeli?.. (Tüm Öyküleri, Bilgi Yay., 2017, s. 105).
Yurdunu koruyan, özgürlüğünü kazanmaya kararlı halka karşı hiçbir güç başarı sağlayamaz. Bilimsel gerçektir. Bugün özgürsek, aşağılanmanın, zulmün, köleleştirilmenin acısı içinde değilsek, bunu binlerce şehidimize, gazimize; onlara komuta eden Mustafa Kemal Atatürk’e, silah arkadaşlarına borçluyuz.