EYLÜL-EKİM 2021 / ÖZEL HABER
Küresel iklim değişikliğinin ülkemize etkileri
Yeryüzünün oluşumundan itibaren coğrafi yapılarda değişimler olduğu, bu değişimlere bağlı olarak doğal süreç içerisinde iklim yapılarında da farklılıklar olduğu bilinmektedir. Son zamanlarda doğal etkenlerin dışında insan faktörü nedeniyle iklim değişiklikleri başlamış ve çok kısa bir zaman dilimi içerisinde hızlı değişimler gözlemlenmiştir. Özellikle 18. yüzyıldan itibaren, sanayi devrimi, fosil yakıtların kullanımının artması, kimyasalların kullanımı, tarımda makineleşmenin de etkisi ile tarımsal faaliyet alanlarının artması, orman alanlarının azalması gibi faktörlerin sonucunda atmosferin yapısında meydana gelen bozulmalara bağlı olarak iklimlerde de değişiklikler fark edilmiştir. Gerekli tedbirler alınmadığında doğanın kendisini yenileme sürecine fırsat tanınamadan bozulmanın artan oranlarda olacağı, sera gazlarının artışına bağlı olarak, küresel ısınma ve iklim değişikliklerinin görüleceği konu uzmanları tarafından kesin olarak kabul edilmiş durumdadır.
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE NEDEN OLAN FAKTÖRLER
Yapılan çalışmalardan, 1950’li yıllardan itibaren hava kirliliklerinin gündeme geldiği anlaşılmaktadır. Hava kirliliği çalışmalarına bağlı olarak, küresel iklim değişiklikleri gündeme gelmiş, iklim değişiklikleri ise insan etkileri sonucu oluşan sera gazı emisyonları ile ilişkilendirilmiştir.
Sera gazları denildiğinde: Sera gazı emisyon envanteri, enerji, endüstriyel işlemler ve ürün kullanımı, tarım ve atık sektörlerinden kaynaklanan; doğrudan sera gazları olan karbondioksit (CO2), metan (CH4), diazotmonoksit (N2O) ve F-gazlar (florlu gazlar) ile dolaylı sera gazları olan azotoksitler (NOx), metan dışı uçucu organik bileşikler (NMVOC), karbonmonoksit (CO) ve kükürtdioksit (SO2) emisyonlarını kapsamaktadır.
Küresel iklim değişikliği konusu ile ilgili olarak, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin (BMİDÇS) iklim değişikliğinin uluslararası temel yasası niteliğinde olduğu bilinmektedir. Taraflar Konferansı (COP) - Sözleşme’nin en yetkili organı - üçüncü oturumunda, 2008-2012 döneminin sonunda gelişmiş ülkelerin sera gazı emisyonlarının toplam %5 oranında azaltılmasını öngören Kyoto Protokolü kabul edilmiştir. Halen 194 Tarafı bulunan Sözleşme, neredeyse evrensel bir katılıma ulaşmıştır.
BMİDÇS’ ne göre:
İklim değişikliği: karşılaştırabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri sonucunda iklimde oluşan bir değişiklik demektir.
İklim sistemi: atmosfer, hidrosfer, biyosfer, jeosfer ile bunların karşılıklı etkileşimlerinin toplamını tanımlamaktadır.
Sera gazları: hem doğal, hem de insan kaynaklı olup atmosferdeki, kızıl ötesi radyasyonu emen ve tekrar yayan gaz oluşumları anlamına gelir. Şeklinde açıklanmıştır.
SERA GAZLARI VE SERA ETKİSİ
Atmosferi oluşturan gazlar, azot (%78,08), oksijen (%20,95) ve daha düşük bir orana sahip olmakla birlikte, üçüncü önemli gaz karbondioksittir (%0,93). Atmosferdeki çok sayıdaki öteki gazlar ise atmosferin kalan bölümünü oluşturur. İklim sisteminin değişmesine yol açan faktörlerin başında sera gazı olarak adlandırılan gazların atmosferde birikiminin artması sonucu sera etkisinin de daha fazla etkili olmasıdır.
“Yerküre’nin sıcak yüzeyinden salınan uzun dalgalı yer ışınımının bir bölümü, uzaya kaçmadan önce atmosferin yukarı seviyelerinde bulunan çok sayıdaki ışınımsal olarak etkin eser gazlar (sera gazları) tarafından emilir ve sonra tekrar salınır. Doğal sera gazlarının en önemlileri, başta en büyük katkıyı sağlayan su buharı (H2O) olmak üzere, karbondioksit (CO2), metan (CH4), diazotmonoksit (N2O) ve troposfer ile stratosferde bulunan ozon (O3) gazlarıdır. Atmosferdeki gazların gelen Güneş ışınımına karşı geçirgen, buna karşılık geri salınan uzun dalgalı yer ışınımına karşı çok daha az geçirgen olması nedeniyle Yerkürenin beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen bu doğal süreç sera etkisi olarak adlandırılmaktadır.”
SERA GAZI BİRİKİMLERİNDEKİ DEĞİŞİMLERİN BOYUTLARI
Atmosferdeki antropojen (insan kaynaklı) sera gazı birikimlerinde sanayi devriminden beri gözlenen artış sürmektedir. CO2, CH4 ve N2O birikimleri, yaklaşık 1750 yılından beri, sırasıyla % 30, %145 ve %15 oranlarında artmıştır. CO2 emisyonlarındaki (salınımlarındaki) insan kaynaklı artışların şimdiki hızıyla sürdürülmesi durumunda, sanayi öncesi dönemde yaklaşık 280 ppmv, 1994’de 358 ppmv olan CO2 birikiminin 21. yüzyılın sonuna kadar 500 ppmv’ye ulaşacağı öngörülmektedir.
Uluslararası bir araştırma merkezi olan San Diego'da yer alan Oşinoğrafi Enstitüsü tarafından atmosferdeki CO2 konsantrasyonu, günümüzden geriye (buzullardan elde edilen kayıtlara göre) son 10.000 yıllık, 250 yıllık ve küresel ısınmanın gündeme geldiği 1950-1960’lı yıllardan bu yana tutulan günlük kayıtlara göre 12 Kasım 2020 tarihli “Keeling Eğrisi” adı verilen grafikler çıkarılmıştır. Bu grafiklere göre binlerce yıl öncesinden 1950’li yıllara kadar CO2 konsantrasyonu 260-280 ppm aralığında olup, 300 ppm üzerine hiç çıkmamışken, 1950’li yıllardan itibaren hızlı bir artış olmuş, 2015 yılından sonra 400 ppm üzerine çıktığı tespit edilmiştir. Bu Enstitüde 01 Ağustos 2021 tarihinde havada ölçülen CO2 oranı 414,69 ppm'dir.
Haber Görseli
Dr. Dursun GÖRMÜŞ Başmüfettiş Tarım ve Orman Bakanlığı Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı
Yine, Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma ve Uygulama Merkezi, İklim Değişikliği internet sayfasında yer alan, 2014 yılı sonunda Lima’daki iklim görüşmeleri sırasında İngiliz Meteoroloji Ofisinin yayınladığı çalışmada: 2014 yılının son 150 yılda yaşadığımız en sıcak yıl olarak yer aldığı, 2014 yılının ardından 2010, 2005 ve 1998 en sıcak yıllar olarak sıralandığı, tarihte ölçülen en sıcak 20 yılın tamamının 1990 yılından bu yana yaşandığı belirtilmiştir. Bu belirlemelere göre son milyon yılda 2014 yılından daha sıcak bir yıl yaşanmış olması ihtimalinin çok düşük olduğu bildirilmiştir.
Dolayısı ile yukarıda verilen çalışmalar gibi bu konuda yapılan pek çok çalışma bize göstermektedir ki son yıllarda sera gazlarında çok ciddi artışlar vardır. Bu artışlara bağlı olarak küresel ısınma da artmaya devam etmektedir.
Sera gazı salınımı yapan ülkelere bakıldığında: küresel emisyonların, %62,6'sını en fazla sera gazı emisyon salınımı yapan 10 ülke gerçekleştirmiştir. Bu ülkeler: Çin %25,8 emisyon oranıyla birinci, ABD %12,8 ile ikinci ve Hindistan %6,7 ile üçüncü sırada yer almıştır. Sonra sırası ile % olarak; Rusya 5,3, Japonya 2,7 Brezilya 2,3, Endonezya 1,9, Almanya 1,8, İran 1,7, Güney Kore 1,5'dir. Ülkeler arasında 17.sırada yer alan Türkiye'nin küresel emisyonlardaki payı ise 2016 yılı için %1,0 olarak hesaplanmıştır.
İklim değişikliği ve sıcaklıkların artması sonucu buzulların erimesi ve okyanuslar ile ilgili duruma bakıldığında ise INTERGOWERMENTAL PANEL ON CLİMATE CHANGE (IPCC- Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) tarafından 24 Eylül 2019 tarihli Değişen İklimde Okyanuslar ve Kriyosfer Özel Raporu 26 ülkeden 66 bilim insanının onayıyla yazılıp yayımlanmıştır. Bu Raporda çoğu buz tabakasının da gelecekte yapacağımız karbon emisyonlarına bağlı olmaksızın kaybolacağı, deniz seviyesinin de yüzyıllar boyunca artmaya devam edeceği belirtilmektedir. Eğer sera gazı salınımları kesilirse ve küresel ısınma 20C altında tutulursa bile 2100 yılına kadar deniz seviyelerinin yaklaşık 30-60 cm artış göstereceği, sera gazı salınımları güçlü bir şekilde artmaya devam ettiği takdirde bu artışın 60-100 cm’yi bulacağı belirtilmiştir.
Diğer taraftan, atmosferdeki CO2 artışına bağlı olarak okyanus yüzeylerinden CO2 absorbsiyonunun arttığı belirtilmektedir. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı internet sayfasında yer alan bu konudaki makalede; “..Karbondioksit su yüzeyi tarafından emildiği zaman kimyasal tepkimelere girerek karbonik asite dönüşür ve deniz suyu pH’sının azalmasına neden olur. Bu olay 'Okyanus asidifikasyonu'olarak adlandırılır. Endüstri devriminden günümüze okyanus yüzeyi pH değerleri 8,2’den 8,1’e yaklaşık 0,1 birim düşmüştür. Okyanus yüzeyi suyu ortalama pH değerinin 2100 yılı projeksiyonuna göre 0,3-0,5 pH birim arasında azalması beklenmektedir. Logaritmik olarak artan pH skalasında 0,1’lik değişim, asidifikasyonda 10 katlık bir artışa denk gelmektedir.
Kalsiyum karbonatın, deniz suyu pH’sının düşmesine paralel olarak azalması sonucu; midye, mercan ve deniz tarağı gibi kalsiyum kullanan pek çok canlının artan asit miktarı sebebiyle büyüme veya kabuk oluşturamayacakları” belirtilmiştir.
Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere, buzullarda erimeye bağlı olarak deniz seviyelerinin yükselmesi, denizlerde ısınma, denizlerde CO2 artışı nedeni ile asitliğin artması tehlikelerinin de söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. Deniz seviyelerinin yükselmesi ise bir kısım tarım topraklarının deniz seviyelerinin altında kalması demektir.
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ÜLKEMİZE ETKİLERİ
Tarım ve Orman Bakanlığı Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Araştırma Dairesi Başkanlığı, Klimatoloji Şube Müdürlüğü tarafından hazırlanan “Yeni Senaryolarla Türkiye İçin İklim Değişikliği Projeksiyonları” raporunda, iklim değişikliğinin gelecekte ülkemize nasıl etkileyeceğini ortaya koyabilmek amacıyla 2016-2099 dönemi için 3 farklı küresel model ile iklim projeksiyonları geliştirilmiştir. Çalışmada elde edilen sonuçlara göre Türkiye’de yıllık ortalama sıcaklık artışının; 2016-2040 dönemi için 10C - 20C arasında; 2041–2070 dönemi için 1,50C - 40C arasında ve son dönem olan 2071-2099 dönemi 1,50C - 5°C arasında olması öngörülmektedir. Bazı senaryolarda 21 yy. son otuz yılında (2071–2100) sıcaklık artışının kış mevsiminde 30C ve yaz mevsiminde 80C’ye ulaşması da öngörülmektedir.
Yağışlarda; tüm dönemlerde kış mevsimi için ülke genelinde yağış miktarında artışlar, ilkbahar mevsiminde tüm dönemlerde ülkenin sahil ve kuzeydoğu kesimleri haricinde yağış miktarında azalışlar, yaz mevsiminde tüm dönemlerde ülkenin batı sahilleri ve kuzeydoğu bölümleri haricinde yağış miktarında azalışlar ve sonbahar mevsiminde genel olarak yağış miktarında bir azalma öngörülmektedir. Her ne kadar projeksiyon dönemi boyunca (2016-2099) yağış miktarında düzenli bir artış ve azalış eğilimi olmasa da yağış rejiminin düzensizliği dikkat çekicidir, denilmiştir.
Diğer taraftan, IPCC 4. Değerlendirme Raporuna göre, Türkiye, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden en çok etkilenecek bölgeler arasında bulunan Akdeniz Havzası’nda yer almaktadır.
İklim değişikliğine bağlı olarak yağış düzensizlikleri konularında yapılan başka bir çalışmada, Türkiye nehir havzalarında ciddi risklerin oluşması öngörülmektedir. “Bunlardan bir tanesi, özellikle Fırat-Dicle havzası olmak üzere, Anadolu’nun iç kesimleri ve güneyindeki havzalarda yağış miktarındaki azalıştır. İkincisi ise artan sıcaklıkların yağış cinsi değişikliklerine neden olması ve kış mevsimindeki yağan karın yağmura dönüşmesidir. Artan sıcaklıklar karın baharda erken erimesine de neden olacaktır. Üçüncü sorun ise yaz mevsiminde ve özellikle Anadolu’nun batı ve kuzey sahil kesimlerinde aşırı yağışların oluşma riskidir. Ayrıca artan sıcaklıklar; fırtına, dolu ve hortum gibi aşırı hava olaylarının sayısında ve şiddetinde artışa yol açabilecektir.”
Yağış ve sıcaklıklardaki artış ve azalışın yanında, bir diğer önemli husus ise özellikle son yıllarda, sel, dolu, sıcaklık gibi aşırı hava olaylarıdır. Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından, 1940-2020 yılları arası aşırı hava olayları sayıları grafik ile gösterilmiştir. Ülkemizde 1940’lı yıllarda, yılda 100 adedin altında aşırı hava olayı görüldüğü halde, 2000’li yıllardan sonra bir artış meydana geldiği, bu artışların neredeyse süreklilik halini aldığı görülmüştür. Bu grafiğe göre, 2020 yılı ekstrem hava olayı sayısı 900’ü geçmiş durumdadır.
İKLİM DEĞİŞİKLİKLERİNİN TARIMSAL ÜRETİME ETKİLERİ
Yapılan araştırmalar, küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliğinin; sıcaklık artışı, yağış miktarı ve rejiminde değişiklik, kuraklık, doğal afetler gibi olumsuz etkilere sebep olduğunu ve olacağını göstermiştir. Bu olumsuz etkiler tarımsal üretim ve verim üzerine önemli bir tehdit oluşturmaktadır.
Küresel ısınmanın, dünyada en çok ekilişi olan ve insan beslenmelerinin temelini oluşturan bitkisel üretimler üzerine etkilerini değerlendirmek bakımından yürütülen çalışmalarda, küresel ortalama sıcaklıktaki her bir santigrat derece artışın, küresel ortalama arazi verimlerini buğdayda %6, mısırda %7,4, pirinçte %3,2 ve soya fasulyesinde %3,1 azaltacağı öngörülmektedir. Dünya genelinde yayınlanan literatürde kullanılan bin civarında model sonucunu değerlendiren IPCC, 3 derecelik sıcaklık artışları için (2050 yılı civarında) %25-50 seviyesinde verim kayıpları öngörmektedir.
Verilen bilgiler ışığında, küresel iklim değişikliklerinin tarımsal üretime etkilerini ana başlıklar halinde sıralamak gerekirse:
Tarımsal faaliyetler büyük ölçüde iklime dayanmaktadır. Tarımsal faaliyet için su ve sıcaklık çok önemli olmakla birlikte suyun olmaması veya yetersizliği, sıcaklık seviyesindeki gereğinden fazla artışlar üretimi kısıtlayıcı rol oynar. Ayrıca yağış düzensizlikleri, suyun gereğinden fazla olması ya da sel gibi felaketler de üretime engel teşkil eder. Değişen iklim olayları nedeni ile aynı lokasyonda aynı tarımsal üretimin yapılması zorlaşabilir, hatta imkansızlaşabilir.
İklim değişikliğine bağlı olarak tarımsal verimlilik üzerinde etkili olan güneşlenme süresi de değişmektedir.
Ayrıca bitkisel üretimde yıl içinde alınan toplam yağış miktarı önemli olmakla birlikte, bu yağışların yıl içerisindeki dağılımı, özellikle bitki gelişme dönemlerinde alınması çok daha önemlidir.
İklim değişikliğinin etkisi ile artan sel, fırtına, hortum, sıcak hava dalgaları gibi aşırı hava olayları, tarımsal üretime ve hayvancılığa zarar vermektedir. Bu zararlar sonucu çok büyük kayıplar yaşanmaktadır.
Deniz seviyesindeki yükselmelere bağlı olarak bazı bölgelerin sular altında kalma riskinin olacağı ve yer altı sularının tuzluluk miktarının da değişeceği belirtilmektedir. Ayrıca “Okyanus asidifikasyonu” nedeni ile bazı deniz canlılarının ve su ürünlerinin varlığının da tehlikeye gireceği, anlaşılmaktadır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Yukarıda verilen bilgilerden anlaşılacağı üzere; sera gazlarının artışına bağlı olarak küresel ısınma ve iklim değişikliklerinin görüleceği, bu değişikliklerin de tarımsal faaliyetleri genelde olumsuz etkileyeceği kabul edilmektedir. Ülkemiz, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden en çok etkilenecek bölgeler arasında bulunan Akdeniz Havzası’nda yer almaktadır.
Diğer taraftan tarımsal faaliyetler sırasındaki sera gazı salınımları nedeni ile küresel ısınmaya katkıda bulunulmaktadır. Tarımsal faaliyetlere dayalı sera gazları oranlarının azaltılması için tarımsal faaliyetler sırasında dikkat edilmesi gereken hususlar yanında, güneş ve rüzgar gibi ekolojik kaynakların kullanımının artırılması değerlendirilmelidir. Ayrıca küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlı olarak yapılan senaryolara göre, Ülkemizde başta bitkisel üretim olmak üzere tüm tarımsal faaliyetlerimizin muhtemel olumsuz iklim olayları dikkate alınarak planlamaların yapılması, yaşanacak olumsuz iklim şatlarına hazırlıklı olunması bakımından önem arz edeceği değerlendirilmektedir.